KÖY DANASI
Öğretmenimiz Cezmi Kaya'nın tayin edildiği duyuldu. Üzüldük, meraklandık. Çok geçmeden, yerine bildiğimiz birinin, kendi köylümüz Ahmet Yıldırım'ın atandığını duyduk ve sevindik.
O yıl yeniden rendelenmiş sıralarla başladık ders yılına. Marangoz çırağı bir gence temizletmiş sıraları; hatır mı koydu para mı verdi bilmiyorum.
Köy kaynakları zorlanarak, orta boy bir dolaptan ibaret okul kütüphanesi yapıldı. (Kuruldu mu deseydim, bilmiyorum.)
"KÖY DANASI ÖKÜZ OLMAZ; HEP DANA KALIRMIŞ"
Okul bahçesinde önceden başlayan bir uygulama geliştirildi ve tamamlandı. Bahçe kapısından okul kapısına uzanan giriş yolunun her iki yanına, ince uzun bir şerit halinde çiçek alanı hazırlandı. Yolun okul binası yakınına da, he iki yana birer tane, üç metre kadar çapta dairesel bir alan da hazırlandı. Dairelerin içine birer yıldız oturtuldu; yıldızın içi bir cins dışı başka bir cins çiçek düşünülüyordu. Dördüncü beşinci sınıflar alanı bellerken benim gibi alt sınıflar ot köklerini topluyordu. Ekmeden önce toprak kalitesini geliştirmek önemliydi. Yabani ot ayıklamasından sonra evlerden getirilen hayvansal gübre de serpildi. Her şey hazırdı fakat köyde bulunabilen çiçek cinsleri sınırlıydı. Hem yeterince farklı cins bulunamadı hem de fidan sayısı yetersiz kaldı. "Bunlar anaç olsun, bunlardan çoğaltarak gelecek yıl doldurabiliriz." dedi öğretmen Ahmet Yıldırım.
Önceki öğretmenlerden kala kitaplara yenileri eklenerek bir kütüphane oluşturuldu. Gözünüzde büyütmeyin. Hepsi iki yüz civarında çocuk kitabı; hepsi bir tahta dolap içinde. Kütüphane yönetimi için bir başkan ve yardımcısı gerekli görüldü. Yaşım küçük olduğu için başkan olamadım ancak, ilgimi ödüllendirmek için olsa gerek, öğretmenim yardımcı yaptı beni.
Köy okulları Nisan sonunda kapanırdı. Nedeni, baharla birlikte hızlanan tarımsal etkinliklerde çocuklara bile iş düşmediydi. Çocuklar çayırda kaz güder, kuzu güder, çapa tarlasına yemek ve su taşır, sırası gelince bostan bekçiliği yapar vs.
İkinci sınıf ile üçüncü sınıf arasındaki yaz boyunca benim işim okula iki adım mesafede bir tarladaydı. Sulama yapıldığı günler makinist çırağıydım ve o bahçenin tam gün bekçisi.
Sulanacak kısım küçük olduğundan, çoğu zaman sadece bekçiydim ve boş vaktim çoktu. Defterlerin boş kalan sayfalarına resim karalamaktan bıktığım bir gün, kütüphane başkan yardımcılığım aklıma düştü. Düştü ama okul kilitli. Tek yol öğretmeni rahatsız etmek veya uygun bir an yakalamak. Okula bitişik olan lojman kapısını tıklatmak yerine öğretmenin görünmesini beklemek daha uygun geldi bana. Artık bir gözüm bostana musallat olan kargalarda diğeri okul yolundaydı. Sonunda fırsatı yakaladım ve bir kitap istedim. Ahmet öğretmenim bana kitap vermedi. Onun yerine okulun ve kütüphanenin anahtarını verdi. Birkaç kez de uğrayıp laf arasında ne okuduğumu ve ne anladığımı kontrol etti. Yaz boyunca mütevazı kitaplığı harmanladım hatta ikilediklerim de oldu.
Muz denilen bir meyve olduğunu ve kabuğu soyularak yendiğini, kabuğunu ayak altına atmanın başkaları için tehlikeli olduğunu, ayrıca, çevre temizliğinin önemli olduğunu öğrendim. Çevre temizliği öyle önemliydi ki buna uymayan bir anda delikanlıyı göz koyduğu kız terk etmişti. Bu cezanın şiddetini dokuz yaşında bir çocuk bile anlayabilirdi.
Bir iyilik veya ikram karşılığında, verene teşekkür edilmesi gerektiğini öğrendim. Uygulamasını da yaptım. Bir Perşembe günü, pazardan babasının getirdiği kestaneden birini bana veren arkadaşıma teşekkür ettiğimde, bana uzaydan gelmişim gibi bakmıştı.
Poğaça gibi bir yiyecek olduğunu öğrendim. Bizim çöreklere benzer bir şeydi belli ki ancak sinema denilen bir yerde bulunan kantin adlı bir kişiden veya yerden, para verilerek alındığını ve yanında gazoz içildiğini öğrendim.
O zaman adını koymadığım, hatta adlandırma ihtiyacı duymadığım şey "kendi kendini yetiştirmek" imiş. Ahmet bey yıllar sonra, ben senin kendini yetiştirişini izliyordum deyince adını buldu durum.
Hatta bu gün derim ki bilgiye ulaşmak için tek yol okul değildir. Okul hayatı bir gün biter ancak yaşam boyu bilgi kaynağı kitaplar, okunmayı bekler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder