24 Kasım 2015 Salı

Öğretmenim - 12

At Denize, Yüzme Öğrensin
Daha önce de belirtmiştim: Benim şansıma su motoru düştü. Yaşca bana akran, ikinci el (belki daha fazla) tek silindirli bir benzinli motor. Motopomp olarak sulamada kullanıyoruz. (Köyde ilk uygulama ve boşa yatırım olmadığını kısa sürede kanıtladı.)
Sorun şu: Ben evin büyük oğluyum ve henüz üçten dörde geçmişim. Babamın yaz aylarında işi çok. Faydası kanıtlanmış bu makineyi kim kullanacak. İlk iki yıl, anladığı iddia edilen bir operatör tutuldu. Ben de onun çırağı.
Motorun yenilenme (rektifiye) ihtiyacı vardı. Babam ve aynı motora sahip bir arkadaşı, İzmir'e götürerek motorlarını yenilettiler.
Motor kolay çalışır hale gelince, operatörü değiştirmek daha maliyet etkin bulundu ve yeni operatör ben oldum. (müstakbel makine mühendisi.)
İki yıllık operasyon deneyimim ve mecburiyetten adam sayılmam sonucu aldığım bir görevi anlatacağım.
Orta ikiden üçe geçtiğin yaz başlarıydı. Motoru sezona hazırlıyoruz. Bir parça gerekti. Afyon'da bulunduğunu öğrenmiş babam. Bana bir kâğıt parçası uzattı: Yarın Çivril'e git, bu numaraya telefon et, parçayı sor. Eğer varsa, ertesi gün sabah treni ile almaya git.
Bu görev benim için ilklerle doluydu.
İlk kez telefon edecektim.
İlk kez kendi başıma seyehat edecektim.
Afyon'u ilk kez görecektim. Vb.
Her yerde telefon yok 1960'lı yılların başında. Posta haneden telefon edilecek. Önce gözleyerek bekledim. Gülünç olmak da vardı aksi halde. Yol belli oldu. Deneyimli adam edasıyla telefonu yazdırdım görevliye. Sadece normal mi yıldırım mı sorusu şaşırttı biraz.
Afyon! İkinci kabin.
Önceden gözlediğim gibi ikinci kabine girdim, ahizeyi kaldırdım, alo demeye başladım. Karşıdan da alo gelince, derdimi anlattım.
Var, dedi. Gel al.
Ertesi sabah trenle Afyon Karahisar'a yolculuk. Tren yolculuğuna tamamen yabancı değildim. Dededen kalma birkaç deneyimim vardı. Ayrıca, nerede aktarma yapacağım, nerelerden geçeceğim de anlatıldı. Coğrafya atlasından da bir çalışma yapmıştım.

Sağ selamet vardık menzile. O zamanlar gar ile şehir arası belki bir kilometre boş. Gardan çıkınca baktım, yürüyen de var, taksi kullanan da, fayton çeviren de. Nereye gideceğimi bilmediğim için yürümeyi düşünmedim. Taksiden çekindim, çok pahalı olur diye. Faytonu seçtim. ( Bu da bir ilkti.)
Dehh! Çarşıya.
Hani o ünlü anıtın da bulunduğu meydanda indirdi faytoncu. Sorarsın dedi. Ben de bilmiyorum.
Baktım sağa sola. Bir dükkan, süslü yazıyla " Meşhur Afyon kaymağı ve vişne reçeli – kahvaltı " yazıyor. Buraya sorayım dedim. Kuru kuruya sorulmaz, kahvaltı da yapmalı dedi gönlüm.
Gideceğimiz yeri de öğrendik kaynak reçel arasında.
Dükkanı buldum. İki adam tavla oynamakta. Ortaya anlatıyorum meramımı. Birisi kafasını kaldırdı, o parça yok dedi. Dün, dedim. Dün vardı dedi. Başkası diye sordum, yoktur dedi.
Neyse, elimiz boş döndük köye.
Vişne reçeli ve kaymaktan hiç kapak açmadım.
Bana kalan, biraz deneyim, biraz özgüven.

Denize at ki yüzme öğrensin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder