24 Kasım 2015 Salı

Baş Öğretmen.

 
BAŞ ÖĞRETMEN -ANA OKULU

      Dün öğretmenim–1 diyerek başladım. Niyetim, sırayla devam etmekti ancak rüyamda ana okulunu gördüm.
      Pek çok ciddi sorunu rüyalarla çözen bir kültürün mensubu olarak, bunu bir işaret kabul ettim ve bu gün "ana" okuluna döneceğim. Onu sıra sayısı ile sınırlamamak için baş öğretmen diyeceğim.
      Soruya meydan bırakmadan açıklayayım; bu günkü anlamda ana okulu yoktu. Kastım aile içi eğitim.
       Elbette aile fertlerinin her birinden, küçüklerimden bile, az çok bir şeyler almışımdır. Ancak dedem ve anam bu konuda öne çıkıyorlar. Baş öğretmen dedemdi.
      Ciddi din eğitimi almış, eski ve yeni harflerle okuyup yazabilen, konuşmayı seven ve bilen, kuvvetli din bilgisine karşın uygulamada eksik (ihmal mi seçilmiş bir davranış mıydı bilemem) fırsat buldukça içmekten de kaçınmayan biriydi dedem.
      Tek çocuğu olan anamdan ilk doğan torununun adını koyup hayır duasını ettikten sonra, keşke oğlan olsaydı da okutsaydım demekten kendini alamayan dedem, ilk doğan erkek torunu olan benim üzerimde hayallerini gerçekleştiriyordu adeta.
      Gerektiğinde omzunda taşıyarak beni birkaç kilometre uzaktaki tren istasyonuna götürür, beraber Çivril pazarına giderdik. Çivril'de bir araya geldiği arkadaşlarına torunum diye beni tanıtmaktan gurur duyardı.
      Ben ilk okula başlamadan önce dedemin okulundaydım.
      Lokantada yemek yeme adabını ve merak edilen şeyleri, aval aval bakmak yerine, göz ucuyla süzmenin 'efendilik' olduğunu, büyüklere karşı uygun davranış yükümlüklerimi ve benzeri nice şeyi, evde, köy odasında veya pazar yerinde dedemden öğrendim.
      Yaygın namaz surelerini ve dualarını ezberletti bana okul öncesi yaşlarımda. Ödülü, her birinden sonra bir lokum ve sıcak bir dede kucağı idi.
      Din eğitimi bir gün aniden kesildi. Bunun nedeni koyunlardaki kene salgınıydı. Gündüz merada olan koyunlar gece elden geçiriliyordu. Yapılan şey, koyunların tüyleri bir düzen içinde karıştırılıyor ve rastlanan keneler ayıklanıyordu.
      Biraz daha ileri yaşlarda din dersini kesiş nedenini sorduğumda, zaten bildiğim kene baskınından söz edip "dünyada önce fırın sonra cami yapılmıştır" diye bağlamıştı sözü. Ben bunu laik dünya görüşümün temeli sayarım.
      Ondan aldığım pek çok şeyin arasından, bir de şu konuyu öne çıkarmak isterim: Uzun uzun yazmayacağım, 'islamın şartı beş' diyerek öğretilirdi o eğitimlerde. Dedem de öyle öğretti. Biraz daha yetişkin bir yaşımda, bana bunu soru olarak yöneltti. Şaka mı yapıyorsun dercesine, gülümseyerek yanıtladım sorusunu. "Hayır" dedi dedem, "Ciddiyim. Artık bilecek yaşa geldin. İyi dinle şimdi. Yaygın olarak beş denir ancak altıncı şart vardır ve bu olmazsa diğerlerinin varlığı bir şey ifade etmez. Bu şart, haddini bilmektir."
      Anam ise uygulamalı sahalarda yol gösterici oldu yaşadığı sürede.
      Bütün yavruları yuvadan uçurduktan sonra, yani yetmişinden sonra, takvim yapraklarından, akıl yürüte yürüte, kendi  kendine okumayı söken bir merak ve cesaret abidesi.
      Erkek işi sayılan pek çok tarımsal faaliyetin tekniğini dahi ondan öğrenmişimdir. Nedense onun dilinden olunca daha kolay öğreniliyordu.
      Hayata soğukkanlı ve iyimser bakmayı ondan öğrenmişimdir. Ve en önemlisi: Öğrenmenin yaşı yoktur.
      Babam için tek bir şey söyleyeceğim: Çalışmak. Sessiz sessiz ama sürekli ve şikayet etmeden. Ben bu muyum diye düşünürüm zaman zaman. Genetik bu olmalı.
      Her ikisini ve fedakar babamı rahmetle ve minnetle anıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder