Adamın Derdi Öküz, Karının Derdi Sakız
Sevmediğim bir deyim olmasına rağmen kullandım bunu; üstelik bir de başlık yaptım. Birlikteliği olan iki kişinin ilgileri veya öncelikleri arasındaki zıtlığı iyi anlattığını düşünüyorum. Adama olumlu ve ciddi, kadına olumsuz ve değersiz pay verdiğini bilerek ve kastımın bu olmadığını belirterek kullanıyorum. Tek amacım ikililer arasındaki ilgi uzaklığı.
Bir başka öyküde, 'öf be! Daha on bir on iki yıl daha!' diye tahsil hayatının uzunluğunu gözünde büyüten çocuk, o uzun yılların altısını devirmiş, delikanlı olmuş. Lise bitmek üzere. Sadece mezuniyet sınavları kalmış geriye.
1966 yılının Mayıs ayının on sekizi... İşte bu gün, işte o genç, gelecek günleri düşünmektedir. Birden bir bıçak saplanır yüreğine: On gün içinde üniversite sınavına başvuru yapılacak ve henüz yatırılacak harç için beklediği para gelmemiştir. Bir aksilik olur da başvuru süresi kaçarsa, çocukluğundan beri hayalini kurduğu üniversite yolu kapanır, bir yıllığına veya ebediyen. O kaçınca başka yollara gidilebilir örneğin. Bir yıl açıkta beklemeyi göze alamazdı.
İşi sağlama almanın tek yolu köye kadar gidip parayı alıp dönmek gibi görünüyordu. Lise sonlar 19 Mayıs'ta görevli değildi ve bayram tatili bu yola fırsat veriyordu. Ancak, yatılılara izin verilmeyeceği duyurulmuştu. Önceden aklına gelseydi ve idareye mazeret belirtseydi belki izin alabilirdi. Resmi tatil başlamıştı ve idare kapalıydı. Öyleyse izinsiz gidecekti.
Düzenin önceden belirlenen bir biçimde yürümesi için, düzenin tüm elemanları o biçime uymalıdır. Buna uyulup uyulmadığını ölçmek ve gerekirse düzeltici önlem almak için de başa idareciler oturtulur. Bu bakımdan, idare edenler, idare edilenlerden daha titizdir kurumsal disiplin konusunda. Bunu şunun için anlatıyorum: İzinsiz gidişin sonu, ilk fırsatta müdürün huzurunda sonlanır. 'idareye çıkma' konusunda deneyimli olmasa da sonucu kestirebilmektedir genç. Mazereti idare korkusundan daha baskındır. Göze alınmış bir risktir bu. Gidecektir.
18 Mayıs akşamı köydedir. Vakit geçirmeden meseleyi anlatır. Annesi ve babası şaşkınlıkla birbirine bakarlar. Bir açıklama yapılmaz fakat 'iyi ki gelmişsin' denir. 'Sabah ola hayrola! Hallederiz.'
Gereken parayı alıp dönmüştür genç. Sabahçı olduğu için öğleden sonrası boştur. Yatılı hayatta fazla nakit ve çerez uzun süre taşınmaz. Fare çeker. Başvuru işini hemen o gün bitirmelidir.
Öğle yemeği sırasında müdüriyetten davet gelir.
Müdürün huzurunda mazeretini anlatmayı kurar aklınca. Anlayışla karşılaşacağını ummaktadır.
Ancak, kurumsal disiplinin zirvesi öyle düşünmez. Girer girmez şamarı yapıştırır gence ve ağzını açama fırsatı dahi vermeden onu defeder.
Örgüt disiplini korunmuştur. Dayak yemeye alışık olmayan, onurlu bir genç, bir şamarla yola getirilmiştir.
Hemen o gün sınav başvurusu yapılmış, en büyük risk, göze alınan bir başka risk ile ortadan kaldırılmıştır.
Ancak, o gün o gencin kalbinde açılan yara, elli yıl sonra sızladı. Meraklanmayın, yara kanamış değil.
Ancak, o gün o gencin kalbinde açılan yara, elli yıl sonra sızladı. Meraklanmayın, yara kanamış değil.
Sevgili Çorbacı, anlaşılan olayı bir veya iki şamarla kapatmışsın. Ve yine daha önceki yazılarından da anlaşılacağı gibi , ilk erkek torun olmanın avantajını kullanarak çocukluğunda fazla dayak yememişsin ki , hala bir iki tokadı mesele ediyorsun... Teessüf ederim sana! Ya benim gibi senden büyük üç ağabeyin ve bir ablan olsaydı , ve her birinin emri, anne ve baba emri mertebesinde geçerli olsaydı. Kati itaat söz konusu olsaydı, yediğin dayaklar, köyden Çivril'e yetişseydi ne yapardın !!!
YanıtlaSil