28 Şubat 2017 Salı

eyüp ağa -8

 
11
Bük Cenneti ya da Cennet Bükü
   Kırk dekarlık, Menderes nehrinin bir dirseği boyunca uzanan arazi satın alınır. Tapulama işlemleri sırasında sadece İbrahim ve Kazım Çivril'dedir. Arazi ikisi üzerine tapulanmıştır. Bu arada aralarında Hacı Ahmet'in yokluğu ve hakkının ileride verileceği de konuşulur. Aile büyüğü olarak bu konuda İbrahim ısrarlıdır. Kabullenilen hakkın zayi olmayacağına inanır ve gönül rahatlığıyla tapu işlemini yürütür.
   Yeni arazi köye uzaktır. Su basan kısmına buğday ekilemeyeceğinden ve diğer kısımların da, köye yakın ve hayvan gübresi görmüş diğer tarlalara karşılaştırıldığında zayıf bulunduğundan ve on yılı aşkın süren savaşın aktif nüfusu kemirmesi nedeniyle uzun zamandır sürülmemiştir bu tarla. Bu nedenle çayır gibidir; ayrık otu basmıştır her yanını. Yani, öncelikli iş arazinin ıslahıdır.
   Bu çayır ne atla ne de öküzle sökülebilir, ancak camız gücü söker bunu denir. Camız, mandanın  bu yörede daha yaygın olan adıdır. Erkek mandalar iğdiş edilerek uysallaştırılırsa çift hayvanı olarak kullanılabilir. Özellikle sıcağı sevmemeleri nedeniyle fazla yeğlenmez fakat ağır hizmetler için bire birdirler, çünkü çok güçlü olurlar. Yavaş fakat güçlü...
   On beşini yeni geçen Hacı Ahmet'in görevi olur yeni arazinin ıslahı. Bir taraftan ıslahat yürürken, Menderesin dik yarlı ve akıntının hızlı olduğu bir yerine su çıkrığı (dolap) kurulmaya başlanır. Dev su çarkı dönerken döner kovalar su taşımaktadır. Şırıl şırıl, gıcır gıcır... Ahşap parçalarla kurulan makinenin gıcırtısı geceleri köyden bile duyulur.
   Kendi ellerinde bulunanın yanı sıra dağ köylerinden koyun gübresi getirtilir arabalarca. Beş altı dekarlık, dolaba yakın bir parsel gübreye doyurulur. Bu bölge sebzeye ayrılır. Gerek sebze parselinin etrafına, gerekse iki parsel halinde imar edilen diğer parsellerin etrafına her cinsten meyve ağaçları dikilir. Ağaçları sulayabilecek şekilde arklar açılır çepeçevre. 
   Meyve biraz arkadan gelir fakat bir sonraki yıldan itibaren köye ve çevre köylere sebze satılır bol bol.
   Hacı Ahmet'in askerlik çağı gelinceye kadar Cennet Bükü görünür olmuştur.
   Bunu gören Yukarı İzzetlerden Derviş ağa da yakındaki bir arazisine meyvelik yaptırmıştır.
   Derviş ağa da İbrahim ağa da ağaçların arasına birer ev yaptırırlar.
   Derviş ağa, oğlu İzzet'in hapse düşmesiyle sarsılmış, torunu Mehmet Ali'nin ölümüyle de işten elini ayağını çekmiştir. Emeklilik yaşamı kurmuştur kendisine.
   İbrahim ağa ise, bir yandan Hacı Ahmet'in askere gidişiyle bahçenin sahipsiz kalmamasını düşünürken, diğer yandan da bahçe havasının zayıf ciğerlerine yararlı olacağını ummaktadır.
   Üç yıl sonra Hacı Ahmet askerden döndüğünde, bahçesini umduğu kadar gelişmiş görememekten üzülmüştür. Ağabeyinin rahatsızlığını bildiği için üzüntüsünü dışa da vuramamıştır.
   İbrahim ağa, kardeşi Kazım'ın yavaş yavaş ayrı havalara girdiğinin, bahçenin bir bölgesini sahiplenir havada olduğunun farkındadır.
   Mallarını ayırmayı kendisi de düşünmektedir aslında. Köse Mehmet'in vefatıyla gelen miras da dikkate alındığında, kullanabildiği mülk kendisine yeterli geliri sağlamaktadır. İki kızının geleceğinden endişesi yoktur. Genç yaşında yaşadıkları, Galiçya, Sina çölleri, İngiliz esareti, esaretin hediyesi verem illeti onu erken olgunlaştırmış ve dünya malını gözü görmez olmuştur.
   Baba emaneti olan Hacı Ahmet'i hayırlısıyla everebilmek ve ayakları üzerinde duracak hale getirmek için dişini sıkmaktadır. Yaşı daha kırkını bulmadan yaşlı hissetmektedir kendisini.
   Babasıyla birlikte askere alındıklarında, Afyon garında vedalaşıp helalleşirlerken vasiyet etmiştir Eyüp ağa bu yöndeki beklentisini. "Bu gidişin dönüşü olmayabilir oğlum." demiştir. "Eğer ben dönemezsem, geride kalan bebeği, Hacı Ahmet'i yetiştir ve yurdunu yuvasını kur. Bu sana vasiyetimdir."
   İbrahim ağa babasının vasiyetini eğrisiyle doğrusuyla tutmuş görünüyor. Nereden mi biliyorum? Bu öykünün yazarının babası oluyor Hacı Ahmet. Yazarınızın adı da amcasının adından geliyor. Rahmetlinin ölümünden üç yıl sonra doğmuşum ve adımı sülalece İbrahim koymuşlar.
    


21 Şubat 2017 Salı

eyüp ağa -7

 
10
Mültezimin sonu
   Uzun gaybubetten dönen Eyüpoğlu İbrahim'i yıllarca bekleyen bir de nişanlısı vardır. Töre ve gönül gereği, ölüm haberi gelmediğine göre nişan geçerlidir; beklememek ayıptır, günahtır.
   Ve sonunda bekleyenler muratlarına ererler.
   İbrahim, babasının cepheden dönmemesi nedeniyle, ailenin ağası olmuştur zaten. İşleri toparladıktan sonra, Hanife'yi daha fazla bekletmeyeyim der ve Köse Mehmet ağaya uygun bir heyet gönderir. Düğün kararı alınır sonunda.
   Köse Mehmet köyün önde gelen varsıllarındandır. Onun da Çivril'de has dostları vardır. Kasaba tacirlerinden Ekselioğlu Hüseyin ile 'yedikleri içtikleri bir' nitelemesine uygun bir arkadaşlıkları vardır. Anlatacağım olay dahi, bu dostluğu bozmamıştır.
   Kasabadaki arkadaşları sayesinde, Köse Mehmet'in  geniş bir 'miri mülkü' üstüne tapulattığı da söylenir. Vebali söyleyenlerin boynuna... Halk bu, ağzı kese değil ki büzesin.
 
   Cumhuriyet döneminin hemen başlarında, muhtemelen onda bir vergisi uygulamasının son yıllarında, Ekselioğlu iltizam ihalesine girmeye karar verir. Kendi mal varlığı istenen teminat seviyesini karşılamaz. Bunun üzerine, arkadaşı Köse Mehmet ağaya baş vurur. Arkadaş arkadaşı kırmaz ve Köse Mehmet'in arazisi teminat gösterilir. İhale sonunda Ekselioğlu mültezim olur.
   Değişik şeyler söylenmesine rağmen, yaygın söylentiye göre, kem talih işte, o yıl da kıtlık yılıdır Allah'tan. Ekselioğlu yeterli ürün toplayamaz ve zarar eder. Köse Mehmet'in arazisinin önemli bir kısmı bu nedenle satışa çıkarılır. Söyleyenden söyleyene değişmekle birlikte, bu talihsizlik -yoksa saflık mı?- sonunda üç yüz dekar civarında arazi kaybeder Köse Mehmet ağa.
   Kader mi şeytan mı bilemem, bu arazi satışında da ortaya sık sık çıkan isim Şeyhler sülalesidir. Şeyhin kendi varlığı ve müritleri gözündeki itibarı, kısa sürede gereken nakdi toplamaya fazlasıyla yetmiştir. Satışa çıkan  Köse Mehmet arazisinin çoğunu şeyhin adamları almıştır.
   İbrahim ağanın - ona da ağa denmektedir artık Çivril eşrafı arasında- dolaylı bir merhabası vardır icra memuruyla. Bir gün karşılaşırlar Çivril çarşısında. "Senin kaynatanın şimdiye kadarki satılan mülkü, borcu kapattı aslında. İhtiyaten bükün de satışına karar verildi. Bu nedenle de ucuza satışa çıkarılacak. Gücün varsa kaçırma." der. İbrahim ağa da fırsatı kaçırmaz. Takastan kalan arabamat arazisini gene kör Ömer ağaya, başka bir parseli başka bir ağaya satar ve bükü satın alır.

   Bük, nehir kenarı sulanabilir arazi demektir. Genellikle menderesin büküldüğü yerlerdir bük denilen araziler.
   İbrahim ağanın planları vardır bu arazi ile ilgili; sulanması gereken ürünler, yani sebze ve meyve yetiştirmek... Hem de ticari seviyede...

   Bu yıllara gelinceye kadar, yaramazlıklarından ve kaytarıcılığından bıktığı kardeşi  Ali'yi mal ve kazanç ortaklığından ayırmıştır.
   Verem illetinin hediyesi olan nefes darlığı nedeniyle güç gerektiren işlere girememektedir. Köyde açtığı bakkal dükkanını idare eder. Diğer kardeşi Kazım ve henüz on beşindeki baba emaneti kardeşi Hacı Ahmet (babam, doğuştan hacı) ile yürütülen tarımsal çalışmaları da o yönetir.

Kelimelerin Ruhu-7: Yürütme Yetkisi ve Denge-Denetleme (Kuvvetler Ayrılığı)

 
Kuvvetler Ayrılığı(#)
     Anayasal kapsamda üç güçten söz edilir: Yürütme, Yasama ve yargı. Bunlar devlet olmanın göstergesi ve mecburiyetidir. Bunların dışında, demokrasinin evrilmesiyle gelişen özgür basın, güçlü sivil toplum kuruluşları ve merkez bankası gibi özerk kuruluşlar da demokratik devletin dayanağı olarak kabul edilir. Fakat, burada ele alınan, başta belirtilen üç güçtür.
     Demokrasilerde bu üç gücün bir diğerini kontrol edememesi esas kabul edilir. Kastedilen, ikna etme değil, emir alma seviyesi bağlantı ve anayasal yollarla da olsa etkileyebilme gücüdür. Bu üç güçten herhangi birisinin bir diğerinin etki alanına girmesi halinde, üçüncüsünün de aynı etki alanına girmesi kaçınılmazdır.
     Roosevelt ABD devlet sistemini üç at tarafından çekilen bir arabaya benzetmiştir bir konuşmasında ve yargıyı temsil eden atın, o günün sorununu çözmekte, yeterince asılmadığından şikayet etmiştir. Bu atı kamçılamaya(!) kalkınca da, yasama atı da yüke girmemiştir. Çünkü başkanın atlatmak istediği hendeği önce yargı hissetmiş, tehlike algısıyla arabayı o yöne çekmeye yanaşmamıştır. Kamçılama başlayınca da yasama atı, hendeğe fazla aldırmamakla birlikte, kamçılama geleneği doğar diye, başkanın partisinin çoğunluğuna rağmen, başkanın elinden kamçıyı almıştır.
     Tek tekerlekli cambaz bisikleti vardır, bilirsiniz. Üzerinde ancak cambazlar durabilir sınırlı bir sürede ve ancak ona uygun alanlarda sürülürse. İki tekerlekli bisiklete ise sıradan insan binebilir ancak o da ancak hareket ettirildiği sürece dengededir. Durdurulduğu  anda devrilir. Bir de üç tekerlekli bisiklet vardır. Üç noktadan yere değdiği için her zaman dengededir.
     Tek ayaklı masa yapamazsınız. İki ayaklı masa da olmaz. Denge, ancak üç veya daha fazla ayakla sağlanır.
     Teşbihte (benzetmede) hata aranmaz denmiştir. Roosevelt'in örneği de benim verdiğim örnek de devlet yapısını tamamen anlatmaz elbette. Ancak denge için bağımsız üç kuvvet şarttır gerçeğini yeterince vurgular. Tek ayaklı bir sistem ancak ve ancak kuvvet uygulayarak ayakta tutulabilir.
     Referanduma sunulan değişiklikte, yargı ve yasama büyük oranda yürütmenin etki alanına gireceğinden, bence demokrasi büyük yara alacaktır. Demokrasi vazgeçilemez bir değerdir diyenlerin destekleyeceklerini sanmıyorum.
     (#) Not: Terim öyle yerleştiği için 'kuvvetler ayrılığı' terimini kullandım. Güçler ayrılığı daha doğru olurdu.

17 Şubat 2017 Cuma

Kelimelerin Ruhu -6: Anayasa

 
Anayasa - Yasaların Anası
 
     Bir zamanlar Kanun-i Esasi demişiz, temel yasa anlamında; diğer yasalar bunun üzerine bina edilecek diye kabul etmişiz. Yaklaşık yüz elli yıl önce.
     Daha sonra, aynı şeye anayasa adını vermişiz. Hem diğer kanunlar bundan doğar anlamında hem de, daha önceki adını da kapsayarak 'esas kanun' anlamında.
     Batı dillerindeki anlamından hareket edersek, anayasa kuruluş yasası oluyor.
     Yani devlet organlarının, bu organların işleyişinin ve  'vatandaşın temel hak ve yükümlülüklerin' belirlendiği yasadır bu.
     Önümüze konan değişiklik de buna dairdir dolayısıyla.
     Anayasalar kişiler üstüdür. Hiç bir kişinin hak ve yükümlülükleri tek başına açıklanmaz anayasalarda.
     Anayasalar zaman üstüdür. Zamanla sınırlı bir hüküm konursa da onun 'geçici' sıfatıyla nitelendiğini görürsünüz. Kalıcı maddeler uzun yıllar, hatta ebede kadar geçerli olacak farz edilir.
     Değerlendirmemize sunulan maddeleri, beş yıl sonra da elli yıl sonra da ve hatta beş yüz yıl sonra da geçerli olacakmışçasına değerlendirmeliyiz.
     İyi niyetli ve üstün nitelikli yöneticiler, anayasa olmasa da sizi iyi idare edebilir. Ancak böylesine bir yönetici tarih boyunca sınırlı sayıdadır. Kötü niyetli, yetersiz ve zorba bir yönetici gücü ele geçirirse toplumu hangi düzen koruyacaktır ve nasıl? Anayasal kurallar, işte böyle hallerden toplumu uzak tutabilmelidir. Bu nedenle anayasalar, iyi yönetimler için genel çerçeve, kötü yöneticiler için de kötü eylemlerden engelleyici olmalıdır.
     Yakın gelecekteki olası bir siyasi liderden bir kötülük beklemeyebilirsiniz. Bu halde bile unutulmaması gereken ondan sonraki liderin kim olacağıdır ve çok zaman kim olacağını bilemeyeceksiniz. Uzun yıllar kimin başta olacağı biliniyorsa, o rejime de demokrasi denmez zaten. (Türk toplumunun demokrasiden asla vazgeçmeyeceğini düşünüyorum.)
    Uzun vadede bile demokrasiden vazgeçemem diyorsanız, yetki verirken hesaplı, denge ve denetleme organları koyarken de mantıklı olmalıyız. Denetlenmeyen/dengelenmeyen gücü ele geçiren bir kötü niyetli veya yetersiz yönetici, fireni boşalmış tanker gibi veya dümeni kilitlenen gemi gibi felaketlere neden olabilir.
    Önerilen değişiklikte cumhur başkanına verilen başkanlık yetkileri, örneğin Amerika Birleşik Devletleri başkanının yetkilerinin hayli üstündedir ve tam aksine, onlarda var olan denge-denetleme kuralları (kuvvetler ayrılığı) bize önerilen değişiklikte hayli zayıf veya işlemesi zor bir yapıda tasarlanmıştır. Yok dense abartı olmaz.
     Ayrıca, üzerinde durulmasını gerekli gördüğüm fakat benim bilgi alanımın dışında olan bir hal var bence: Önerilen anayasa tadilatında ifade edilmeyen fakat yasalarımızda halen var olan, Bakanlar Kurulu yetkisine veya Başbakanlık yetkisine bırakılmış haller, referandum 'evet' çokluğuyla sonuçlandığı takdirde, doğrudan ve sadece cumhurbaşkanının yetki alanına girecektir. Örneğin tek başına vergi artışına karar verebilir.
     ( Şu an yetkin bir idare hukuku uzmanı olsaydım bu gibi sahaları araştırır kamu oyu değerlendirmesine sunardım.)

13 Şubat 2017 Pazartesi

eyüp ağa - 6

 
8
Büyük Balık Küçük Balığı Yutar
   Savaşlar sonunda yoksulluk ve hastalıklardan kurtulan halk yeni rejimin getirdiği yeni düzene ayak uydururken, insan davranışları yeni kurallar kadar esnek olmadığını gösterir. Örneğin, eski rejimden miras kalan vergi düzeni, aşar (onda bir, oşür) sistemi yoksul halkı zorlamaktadır. Düşük üretim nedeniyle, ürünün onda biri, lokmanın onda biri anlamına gelmektedir neredeyse. Ürün saklamak yaygın yöntemdir onda bir etkisini azaltabilmek için. Mültezim veya adamları az bulursa gösterilen ürünü, saklanan ürünü söyletmek için jandarma dipçiği devreye girer.

   Devlet aşar vergisini doğrudan toplamak yerine, belli bir bölgenin vergi toplama işini ihale ederdi. İhale ile vergi toplama işini alan kişiye 'mültezim' denirdi. İhale bedelini devlete yatırdıktan sonra elinde kalan  ürün, mültezimin kazancı olurdu. İhale tutarını karşılayacak kadar ürün toplayamayan veya ürün kaçağı olmasa bile üretim düşük çıkarsa, mültezim zarar ederdi. Devlet mazeret dinlemez, mültezimin koyduğu güvence -ki bu genellikle emlaktır- satılarak ihale bedeli tamamlanırdı.

   Paranın gücünü ve sıcaklığını en çok hissedenler ona en yakın olanlardır. En önce büyük şehirlerdeki tacir takımı ve büyük makamlardaki yönetici tayfası anlar paranın ruhunu. Para yükseklerde bulunan bir nesnedir. Ona ulaşmak için alttakilerin omzuna basmak ve üsttekilerin paçasına tutunup tırmanmak gerekir. Ne kadar yükselebilirsen  o kadar da çok olur parayla temasın. Üsttekiler, senden önce tırmanışa geçen senin gibiler ve devlet aygıtının amaca uygun makamlarını işgal edenlerdir. Alttakiler mi? Tanım gerekmez. Senden alttaki herkes.
   İnsan bu kadar kötü olamaz diyorsunuz. Bence de öyle. Ancak, hayal kurarken kimsenin aklında kötülük yoktur, en azından çoğunun aklında... İş paçayı kurtarma aşamasındaysa, vicdanlar törpülenir, bencilliklerse fışkırır sel olur. İş o kerteye geldiğinde, her zaman büyük balık küçük balığı yutar. Başkent ve metropollerdeki büyük balıklar illerde, illerdeki büyük balıklar ilçelerde, ilçelerdeki büyük balıklar da köylerde ava çıkar.


9
Irmakta Sazan, Karada Koyun
   İl ve ilçelerdeki tüccar, devlet ve banka denilen düzenle tanışır durum gereği. Köylü ise bunlarla fazla tanışık değildir ve hatta bunlarla ilişkisini de kasabadaki tüccarlar aracılığı ile yürütür. Tüccar da köylünün gözündeki 'iş bitirici' imajını sürekli pekiştirir. Bu nedenle ve bunun sonucu, güler yüz ve itibar karşılığında köy varsılının parasını kullanır. Her köy eşrafının kasabada bir veya birkaç güvenilir adamı vardır.
   Devlet dairesi köylü için kolay yanaşılamayan bir kapıdır; öyle inandırılmışlardır. Ömrü billah böyle görmüş böyle duymuştur. Kasabadaki tüccar içinse, filanca daire müdürü veresiye defterindeki bir isimdir; yaklaşması kolaydır, dahası uğradığında itibar da görür.
   Çocuğunun doğum kaydı için nüfus müdürlüğüne, oğlunun askerlik yoklaması için askerlik şubesine bile uzanır bu iş takipçileri. Görünüşte hatır için...
   Bu gibi nedenlerle kolay avlanır köylü; ırmakta sazan, otlakta koyundur kasaba uyanıkları gözünde.
 


10 Şubat 2017 Cuma

Kelimelerin Ruhu-5: Cumhuriyet ve demokrasi

 
Rejim mi Yönetim sistemi mi?
     "Cumhuriyet baki, yönetim sisteminin miadı dolmuş."
    Bu sözler sayın başbakanın sözleri. Rejimi değil yönetim sistemini değiştiriyoruz demek istiyor. Öyle ya! Cumhuriyet baki ve rejim değişmiyor demek istiyor.
    Yanımızda İran İslam Cumhuriyetinden uzağımızdaki Kore Halk Cumhuriyetine kadar uzanan pek çok cumhuriyet sayabiliriz. Demek ki 'cumhuriyet' nitelemesinin kapsamı çok geniş. Çok farklı rejimleri cumhuriyet olarak anmak mümkün. Bu bakımdan, ister istemez şu soru akla geliyor: Bizimki hangisi, hangi niteliği onlardan farklı?
    Halen yürürlükte olan ve değişmeyecek maddelere göre, cumhuriyetin anayasal nitelikleri sıralanmış: Demokratik, laik, sosyal  hukuk devleti.
     Değişmeyen cumhuriyetin yanında bu nitelikler de değişmiyorsa bence de rejim değişikliği yok. Bu niteliklerde değişme varsa rejim değişikliği de vardır.
    Yani referanduma sunulan anayasa değişikliklerinin herhangi bir maddesi bu niteliklerden birini kaldırıyor veya 'var da yok' haline getiriyorsa bu değişiklik rejimi de değiştiriyor demektir.
    Cumhurbaşkanına geniş yetkiler verilmesi ve buna karşılık, bunu kontrol edip dengeleyecek unsurların zayıflatılması cumhuriyetin 'demokratik hukuk devleti' niteliğini yok ediyor.
    Sonuç olarak önerilen maddeler rejimi değiştirmektedir.

8 Şubat 2017 Çarşamba

eyüp ağa-5

 
7
Bir At, Bir Bıçak, Bir Kurşun
 
   Bir ramazan günüdür; günlerden Perşembe. Ramazanın başı ve oruçlu olduğu için, Derviş ağa bu  gün Çivril'e pazara gitmemiştir. Beden oruç düzenine alışıncaya kadar hareket sınırlandırılmalı düşüncesiyle.
   Derviş ağanın yağız aygırı dahil tavladaki tüm atlar, hizmetten dönenlerle birlikte, arabamat kırına götürülüp çakılmıştır.  Türlü türlü taze otun coştuğu zamandır. Taze çimi ve dilfiri (yabani yonca) atlar çok sever. Atları hiç ayak değmemiş otlu bölgelere çakan Derviş ağanın büyük oğlu İzzet, bir süre atlarını seyretmiş,  geçen zamanla birlikte, günün yorgunluğu ve ramazan etkisiyle tatlı bir uyku sarmıştır bedenini. Sesli sesli ve uzun uzun esnedikten sonra, üç yüz metre kadar uzaktaki söğüt ağaçlarının altına uzanmaya karar verir.
   Birkaç gün önceki tatsız olay nedeniyle atların başında beklemek zorunda oluşunu, Hüseyin ağa ailesinin anlayışsızlığına ve kavgacılığına bağlar ve öfkeyle lanetler onları. "Bak işte! Atlarını kendi arazilerine çakıp gitmişler. Bir bakıma onların adına da bekçilik yapıyoruz burada." diye düşünür.
   Diğer taraftan, İzzet'ten bir saat kadar önce, Hasan ağanın oğlu Kamil kendi atlarını getirip çaktıktan sonra kır atına atlayıp Çivril'e gitmiştir. Belki de başka yere... İzzet de bilir ki Kamil atları bekliyorum der babasına fakat bütün gün bir yerlere gider ve akşama kadar kaybolur.
   O malum gün de aynı yalanı söylemişmiş babasına fakat niye müdahale etmedin diye sorulduğunda, orada yoktum diyememiş, "Aniden oldu, birisi atları salmış her halde, ortalık karışınca da korktum, yaklaşamadım." demiş. 'Hovardalıktaydım diyemezdi ya' diye aklından geçirmiş İzzet.
   Söğüt gölgesinde  tatlı tatlı uyurken alışık olmadığı, gırtlaktan gelen derin hırıltılar ve arada düzensiz bir ıslık sesi duyar ve irkilir. Kafasını kaldırıp baktığında, hızla uzaklaşan bir atlı görür. Hemen mavzerini kavrayıp dikilir ve atlarının hepsinin bir yöne ve huzursuz bir şekilde iplerini zorlayarak, yerde çırpınan yağız aygıra doğru baktığını görür. 'Hayırlı bir hale benzemiyor.' diye düşünür atlara doğru koşarken.
   Bakar ki yağız aygırın boynundan fışkıran kan yanına varmadan bile görünmektedir. Ayaklarını da çırpmaktaymış üstelik. Diğer atları huzursuzlaştıran da kan kokusudur. Anlar İzzet olup biteni: "Belli ki atın boynuna bıçak atılmış." der hınçla.
   Bunu yapan da  o kaçan atlı olmalı diye düşünür. Sadece atın üstünde kimin olduğunu anlayamaz. "Ya Kel Kadir'dir ya da Kel Kamil, ne farkeder!" diye düşünür kendi atına koşarken. Hemen çözer ve eyer bile bağlamadan salar kır atını kaçanın peşinden.
 
   İkindi namazı yaklaşıyordur diye doğrulur öğle namazından sonra uzandığı sedirden Derviş ağa. Tepenin en yüksek yerindeki haneyinin çatısına kurdurduğu seyir terasındadır sediri. Ayağa kalkar ve uykusunu açmak için gerinirken, bütün köyü ve çevresini kuş bakışı görebildiği konumundan etrafa bir göz atar.
   Arabamat kırı yönünde iki atlı görür. Aralarında üç yüz metre kadar mesafe vardır. İkisi de atları ölümüne sürmektedir. Uzakta oldukları için tanıyamaz fakat o sırada kulağına gelen silah sesi nedeniyle bakmayı sürdürür. Nihayet Kara Çayır boğazına geldiklerinde anlar Derviş ağa kovalayanın oğlu olduğunu.
 
   "Hata ettim silah sıkmakla." diye düşünür Mehmet Ali. "Ara kapanıyordu, can korkusu sarınca bedeni, atını daha çok zorladı."
   Köye önde giren Kamil'dir. Önce tepedeki kendi evine yönelir. Sonra, bunun hatalı olduğunu, kendisini yalnız savunmak zorunda kalacağını anlar ve atını babasının evine çevirir. Bu kararsızlık sırasında aralarındaki mesafe de azalmıştır.
   Her zaman kapalı tutulan koca kapıyı açmakla kaybedilecek zamanın riskini düşünen Kamil, atını bahçe duvarına sürer. At bahçe duvarını aşmayı başarır. Olup bitenin farkında olan İzzet, son şansım belki de bu diyerek, hemen arkasından mavzerini ateşler.
   O sırada avlusundaki kuyunun başında abdest almakta olan Kel Hasan ağa, duyduğu şamata nedeniyle doğrulur. Doğrulmasıyla düşmesi bir olur. Kamil'i bulamayan kurşun, kör kurşun, gider Hasan ağayı bulur.
   Kimi vurduğunu anlayan İzzet, telaşla evlerine döner. İzlemekte olan Derviş ağa durumu ondan da önce anlamıştır. Kendince planını kurar; onu Beş Parmak dağlarında saklayacaktır. Oradaki köylerde dostları vardır.
   İzzet, karısı Emine ve oğlu Mehmet Ali ile vedalaşır. (Emine, benim halamdır. Oğlu Mehmet Ali henüz on altısındayken vefat etmiştir)
   Sonunda mı? Sonunda bir ağa canını, diğer ağa da iki oğlundan büyüğünü kaybeder. Olaydan beş yıl sonra İzzet, Denizli damında veremden ölür.
   Köyün yaşlı kadınlarını dediği doğru mu yoksa? Arap Ahmet'in laneti mi var arabamat kırında?
  

6 Şubat 2017 Pazartesi

eyüp ağa -4


6
Arabamat Kırında Yangın Var!
 
   Hüseyin ağa ve İzzet ağa köyün önde gelen ve gizli gizli çekişen iki akraba kişisidir. Amca çocuğu sayılırlar.
   Birinin ak dediğine diğeri kara diye diye araları giderek açılmaktadır. Bir gelişme, bu çekişmeyi açığa çıkarmış ve şiddetlendirmiştir.
   Köy, daha çok köyün önde gelenleri, sünni itikada sıkı bağlanmış kişilermiş. Çevre köylerin çoğu da bu yöndeymiş. Çivril kasabasında ve yakınındaki köylerde ise, halk arasında bektaşi olarak bilinen, sıkışınca halveti olduklarını söyleyen bir inanç grubu varmış. Bektaşi şeyhi cemaati üzerinde çok etkiliymiş; cemaatinin ekonomisinden evliliğine kadar her konuya müdahil olabiliyormuş.
   Zaman gelir ve İzzet ağa şeyhlerden kız alıp onlara kız vermeye razı olur. Razı edildi mi yoksa onun bir seçimi miydi, bilinmiyor. Sünni yoldaki köy ileri gelenleri bu yeni akrabalık bağlantısını hoş karşılamazlar. İzzet ağaya nasihatçiler gönderilir, üstü kapalı veya açık tehditler yönlendirilir. Bunların arkasındaki kişi ise Hüseyin ağadır. İzzet ağa bunlara aldırmaz. Aldırmaz amma iki akraba aile arasına husumet tohumları atılmasına neden olur.
   Husumet tohumları yavaş filizlenir, acelenin riskli olduğu zamanlarda. Hüseyin ve İzzet ağaların sağlığında önemli bir olay yoktur. Ancak, atılan tohumu besleyecek kontrollü sürtüşmeler de eksik değildir.
   İzzet ağa öldüğünde, büyük oğlu Derviş'in ve küçük oğlu Hüseyin'in aileleri, sırasıyla Yukarı İzzetler ve Aşağı İzzetler olarak anılmaya başlamıştır.
   Hüseyin ağa ölünce onun yerini oğlu Hasan doldurmuştur. (Halk arasında Kel Hasan ağa olarak anılır.) Aile dallanmadığı için, halk adını değiştirmeden, Hüseyin ağalar demeyi sürdürmüştür.
   İlginç olan, sünni-bektaşi çekişmesi ile gübrelenen aile içi husumet tohumu uykuda beklerken, bu çekişme kılık değiştirerek başka kimliğe bürünmüştür. O kadar ki, gerginliği başlatan uyuşmazlık unutulmuş ve Kel Hasan Ağa da bektaşi bir ailenin kızıyla evlendirilmiştir.  
   Buna rağmen husumet sönmemiş, günün birinde arabamat kırında tutuşmuştur.

   Önceden de değindiğimiz gibi, Küfü çayının taştığı arazinin erken tava gelen kısmı işlenir ve yazlık bitkiler ekilirdi. Kalan bölge otlak olarak kullanılırdı.
   Atlar ayağına bağlanan uzun bir halat ve yere derince çakılan zikke denen demir kazıkla sabitlenir ve ipin uzunluğu kadar yarıçapı olan bir dairenin içinde otlarlardı. Arada bir biri gider, yakındaki bir kuyudan atları yakıtır ve çiğnenmemiş yeni bir bölgeye yeniden çakardı.
   Diğer cins hayvanat genellikle bir çoban tarafından güdülürdü.
   Gene öyle olmuş ve ekilemeyen bölgeye atlar çakılmıştır otlamaları için. Bir gün Derviş ağanın aygırı kazıktan kurtulur ve Kel Hasan ağanın kısraklarına saldırır. Sakin zamanlarında özgürlüklerinin sonunu kabullenen atlar, heyecan yükselince kazıklarını zorlarlar.  Öyle olmuş ve başka atlar da kazıktan kurtulmuş. Bu kargaşada, her iki ailenin atlarında da yaralanmalar olmuş fakat önemli olan, Hasan ağanın atlarından birisinin ayağının kırılmasıymış.
    Fırsat bekleyen husumet tohumu hemen filizlenip boy vermeye başlamış.

4 Şubat 2017 Cumartesi

eyüp ağa - 3

 
5
Eyüp ağanın koyunu
   Arabamat (Arap Ahmet) kırında, Çorbacıoğlu sülalesinin her kolunun arazisi varmış. Bitişik olmaları da önceden bir bütün olan yüzlerce dekar araziyi işaret etmektedir.
   Her kolun payı varmış ancak ilk ıslanan ve son kuruyan arazi Eyüp ağanın payı olanmış. Bu bile aile içi sürtüşme belirtisi.
   Eyüp ağa tarlasından yeterince yararlanamıyormuş bu nedenle. Hatta en az yararlanan odur denebilir. Diğerlerinin ve çayın ortasında kaldığı için, zaman zaman 'öte basma beri bas' sürtüşmeleri de yaşanırmış.
  Hangi nedenleyse Eyüp ağa bu tarlayı elden çıkarmaya karar vermiş.
  Elli yıl sonra Küfü çayı kurutulduktan sonra, o bölgenin en değerlisi olacak arazisini elden çıkarırken, vereyim de ileride torunlarım birbirlerini yemesin dememiştir elbette. Çayın kurutulacağını hayal bile edemezdi çünkü.
  Yirmi yıl sonra bu arazi yüzünden bir cinayet işlenecek ve atmış yıl sonra birisinin intihar mı ettiği yoksa boğulup intihar süsü mü verildiği tartışılacaktır. Bunu da bilemezdi elbet.
   Sözün kısası, bu arazideki payının yarısını takas etmiş iki yüz başlık bir sürü koyun karşılığında. Tarlasını vermiş, çobanıyla ve köpeğiyle birlikte, iki yüz koyunu çekmiş getirmiş. O devirde bu alış veriş akla yatkın da görünüyormuş. Çünkü, toprak tarımı sadece aileyi ve hayvancılığı destekleyecek kadar yapılırmış; daha fazlası da dönemin olanakları kapsamında değilmiş. Dolayısıyla esas gelir hayvancılık üzerinden sağlanırmış. Eyüp ağanın tarlası çok, hayvanı azmış. Sökmen köyünden Kör Ömer Ağanınsa, hayvanı çok, tarlası azmış. Yani, her iki taraf da kendi azını çoğaltmış böylece.
  Eyüp ağanın birisi yeni doğmuş olan dört oğlu varmış. Kör Ömer ağanın da dört kızı... Geçmiş yıllardan süren arkadaşlıklarının hoşgörüsüne de sığınarak, Eyüp ağa, "Bu tarla eninde sonunda bize döner nasıl olsa, değil mi Ömer?" dermiş. (Eyüp ağa görememiş fakat bu şaka kısmen gerçekleşiyormuş neredeyse.)
   Kendi mevcudu ile birlikte, üç yüz başlık koca bir koyun sürüsü olmuş Eyüp ağanın fakat kader mürüvvetini göstermemiş bu güçlü girişimin. Daha yılını doldurmadan, Eyüp ağa ve oğlu İbrahim askere alınmışlar. Seferberlik yıllarıymış zira... Çobanları da askere alınanlar arasındaymış.
   İşlerin idaresi geride kalan, evli olan kızı Emine sayılmazsa,  on iki, yedi ve bir yaşlarında üç oğlan çocuğuna ve iki kadına kalmış. (Bebek oğlanın bir de kız ikizi varmış fakat yaşamamış.) İki kadın, çocuklarının anası Rahime ve henüz çocuksuz yeni hanım Ayşe imiş.
Bebek olan çocuk ise babam Hacı Ahmet'tir. (Hacılık hem doğuştan hem ibadetten geliyor.) Benim babam...
   Bekleneceği gibi, işler olması gerektiği gibi yürümüyormuş. Ne tarlalar ekilip yeterli yem ve saman üretilebilmiş ne de koyunlar yeterince gezdirilip otlatılabilmiş. Bütün yetişkin erkekler askere alındıklarından, çoban da bulunamıyormuş hizmetli de. Evin anası ve ele gelen çocukları yapabildiklerini yapmışlar fakat yeterli olmuyormuş.
   İnsanlar da perişanmış, hayvanlar da.
   Üreyen ve sağlıklı olan tek hayvan cinsi köpeklermiş. Ölen hayvanları yiye yiye semirmişler. Hatta bu gerçek sadece Eyüpler ailesi için değil, köyün tümü için geçerliymiş.
   Uzun seferberlik yıllarında köy tarımı ve hayvancılığı çökmüş. Koyunlar açlıktan ve kene baskınından kırılmışlar. Bakılamayıp salınanları ise kurtlar parçalamış ya da aç gezen insanlar.
   Sözlü tarih yılkıya salınmış onlarca attan söz eder.
   Açlıktan deliye dönen dombeyler (Mandalar) ahıra sokulamaz olmuşlar. Çalınma veya kurt saldırıları sonucu güdüp kollayacak durumda olmayan ailelerin elinde manda kalmamış birkaç yıl içinde. Sığırlar için de aynı şey söylenebilir. Veba ve bakımsızlık silip süpürmüş sığır neslini.
   Zaten kıt kanaat geçinen pek çok aile muhtaç duruma düşmüş, sürünmüş yarı aç yarı açık. Sırf çocukların karnı doysun diye yaşlı adamlara kuma giden nice taze gelinlerden söz ederdi yaşlılar.
   Eyüp ağanın askerden dönüşü olmamış. Hangi cephede ve nasıl yitirildiği de tam olarak bilinmiyor. Yemen cephesinde şehit düşmüş bir İbrahim oğlu Eyüp vardır fakat, o zamanki idari yapıya göre, Afyon sancağında başka bir İbrahim oğlu Eyüp bulunması da bir olasılık. Gene de aile onu Yemen şehidi olarak anmaktadır.
   Eyüp ağanın oğlu İbrahim yedi yıl sonra ve veremli olarak döndüğünde, iki koca öküz, üç beş koyun ve birkaç sığırdan başka hayvanları kalmadığını görmüş. Ayrıca, kardeşleri Ali ve Kazım'ı, İzzetlerde, Derviş ağanın kapısında, karın tokluğuna hizmet eder bulmuştur. İyimser bir bakışla, Derviş ağa, dünürü Eyüp'ün ailesine kol kanat germiştir de denebilir.
   Büyük oğlu İzzet'in (Eyüp'ün damadı) askere alınması dışında, Derviş ağanın mal varlığı seferberlik yıllarından pek etkilenmemişe benzer.
  

3 Şubat 2017 Cuma

Kelimelerin Ruhu -4

 
GÜÇ ÜZERİNE
 
 
Freni patlayan beton mikseri öğrenci servisini ezdi. - Gazeteler
 
Beton mikseri 250 BG (Beygir Gücü) büyüklüğünde bir motorla tahrik edilen ağır bir araçtır. Yüküyle birlikte yüksek kütleli bir araç olduğu için seyahat hızına ulaştığında, hız ve kütleden kaynaklanan yüksek miktarda kinetik enerjiye sahiptir. Bu nedenle gaz verilmese bile uzunca bir mesafe kaydeder araç kinetik enerjinin gücüyle.
Güvenli sürüş sağlamak için araçlara gücüne ve kütlesine uygun frenleme sistemi konur. Frensiz araç güvenlikli değildir.
 
KONTROLSUZ GÜÇ FELAKETTİR.

eyüp ağa-2

 
3
Arabamat (Arap Ahmet) Kırı
   Ak Dağın kuzeyinde bulunan ve Çivril ovasından daha yüksek olan bölgelerin suyunu taşıyan Küfü Çayı, Çivril ovasına girdiği  boğazdan sonra, otuz beş kilometre kadar güneyde Menderes Nehrine karışır. Otuz beş kilometrelik yatak kimi yerde derin ve geniş olmakla beraber çoğu yerde çok yüzeyde ve dağınıktır. Bahar yağışları ve eriyen kardan kaynaklanan bol su nedeniyle, bahar aylarında Küfü çayı coşkundur ve yatağına sığmaz, taşar.
   Çayın batı yakası daha yüksek olduğu için taşıntı daha çok doğu yakasındaki araziyi etkiler. Arabamat kırı da bu su basar arazilerin bir kısmıdır.
   Serbanşah (Savran), Karayahşiler ve Sökmen köylerinin ortasında bir arazidir arabamat kırı. Küfü çayı nispeten yakın bir tarihte kurutulduktan sonra çok değerlenen bu arazi, taşkın zamanlarında o kadar gözde değilmiş. Her bahar su bastığından, ekim ayında ekilmesi gereken hiç bir ürün ekilemezmiş su ürünü keseceği için. Ancak bahar sonlarında sular çekildikten ve tarlalar tava geldikten sonra ekilebilirmiş. Ekerken de kurak yaz ayları da dikkate alınarak hızlı gelişen ürünler seçilirmiş. Kavun, karpuz, mısır ve benzeri... Henüz mekanize olmayan koşullarda, hatta at gücünden yararlanmanın bile sınırlı olduğu o devirlerde, toprağın tavı kaçmadan, yani bir iki hafta içinde, ancak sınırlı miktarda arazi ekilebilirmiş. Ekilemeyen arazi de haliyle otlak olarak kullanılırmış.

4
Arap Ahmet kimdir ya da nedir?
   Bu konuda köy kabak gibi ikiye bölünürmüş. Hem de eşeyli(!) bölünme...
   Erkekler dünyası, daha elle tutulur, gözle görülür bir yaklaşım göstermiş bu konuda. Buradaki arap sıfatı ırk kaynaklı değil renk bağlantılıymış onlara göre. Görenlere göre, adı geçen kişi bir Habeş'miş. Ağarmış saçı sakalı, gedik fakat beyaz dişleri ve gözlerinin beyazı çok belirgin olurmuş koyu kahve tenin yanında. Bu nedenle arap denmiş. Bu Allah'ın kara bahtlı kara kulu, yörüklerle birlikte gelir, onlar Haymana yaylasına giderken, o, sonradan adı verilen o kırda kalırmış. Dönüşü de yörüklerle birlikte olurmuş sonbahar aylarında.
   Yakında işlek bir kuyunun varlığı ve çay çekildikten sonra ekilemeyen arazide yeterli otlak  bulunması, ona ve üç beş keçisine yeterliymiş. O kadar yolu tepmeye ne gerek...
   Kadınlar dünyasına göre ise o bir kişi değil bir şeymiş. Daha duygusal, daha hayali ve daha uhrevi düşünürmüş köyün kadınları; özellikle işini tamamlayıp eleğini duvara asmış yaşlı kadınlar. Yazın duvar gölgesinde, kışın da kuytu köşelerde oturup torun gütmekmiş işleri. Torunları oyalarken veya yönlendirirken, gereğince yönlü ve etkili öyküler anlatırlarmış aralarında. Bir köşeye çekilip birbirinin bitlerini ayıklarken veya sirkelerini sıyırırken, aralarında da böyle öyküler anlatılırmış.
   Erkek öyküleri sadece erkek mekanlarında anlatıldığından, çocuklar da daha çok kadınca öykülerle büyürmüş. Hikayelerin erkekçe sürümünü, ancak erkek olduktan sonra duyarlarmış.
   Kadınca öyküye göre, Arap Ahmet, insan sıfatında bir kuşmuş. Nasıl uçtuğunu kimse bilmez; "Allah'ın hikmeti bu işte." denirmiş. Onlara göre Allah, Arap Ahmet'i göçmen kuşları korusun ve onlara yol göstersin diye yaratmış. "Öyle olmasa, o kuş beyinleriyle o kuşlar yollarını bulamaz gardeş." denirmiş, ağız şapırdatarak ve kafa sallayarak. "Öyle değil mi? Arabamat kırında leylek görüldüğünde o da görünürmüş gardeş. Yani o varsa leylek de vardır." 
   Nedeni hangi öykü olursa olsun, onun görüldüğü o bölgeye 'arabamat' kırı denmiş zamanında. Arap Ahmet bu dünyadan göçmüş fakat ismi kalmıştır geride.
   Arap Ahmet'in yokluğu da iki ayrı öykü ile anlatılır: Erkekçe öyküye göre, yörüklerden duyduklarına göre, Arap Ahmet kışlakta, yani Milas'ta hakkın rahmetine kavuşmuştur.
   Kadınca öykü de derki, o bölgeye hakim olan ağaların baskısından bıkan Arap Ahmet leyleğe, keçileri de kırlangıca dönüşmüştür. Eşeği de sahipsiz kalmıştır. Bu arada, ağaları da lanetlemiş ve "Topraklarının semeresini yemek yerine birbirlerini yesinler inşallah!" demiştir.
   Bu hikayeye inananlara göre, ağaların zürriyeti, o zamandan beri sürtüşür vuruşur olmuştur.

 

1 Şubat 2017 Çarşamba

Kelimelerin Ruhu-3

 
GÜÇ ÜZERİNE  (KISA KISA)
 
 
Her atomun çekirdeğinde bütünlüğü sağlayan bir enerji vardır.
Çekirdek parçalandığında ortaya çıkan enerji, atom  enerjisi denen büyük bir güç oluşturur.
Bu güç, kontrollü bir parçalanma sonucu elde edilmişse, nükleer enerji santralı olur.
Kontrolsuz bir parçalanma sonucu ortaya çıkan atom gücü, atom bombası olur, nükleer felaket olur.
KONTROLSUZ GÜÇ FELAKETTİR.


eyüp ağa-1

 
 
   Anam ve ben - onun ileri yaşlarında ve benim de emekli günlerimde- kimi zaman köydeki evimizde, kimi zaman da bizi ziyarete geldiğinde İzmir'de, uzun ve doyulmaz sohbetlere dalardık. Dereden tepeden, dosttan düşmandan söz edilirdi. Konuşma anında aklıma gelmeyen veya akışı bozmaya kıyamayıp sormadığım veya soramadığım, sonra da unuttuğum bir dünya soru çıkıyor oturup ayrıntıları düzene koyarken. Ona soramadığım soruları kendime soruyorum zaman zaman. Kimi zaman aklıma gelen yanıt öyküye oturuyor. Otursa da benim oturtamadığım haller de oluyor; taraf tutuyorum sevdiğim birine uymazsa akla gelen yanıt. Ben bir öykü yazıyorum sonuçta, tarih değil...

I - Akrabalar
1
   Soyadı kanunundan sonra, Serbanşah köyünden dört aile Çorbacıoğlu soyadını seçti. Ayrıca, Çivril ilçesinde ve ona bağlı Kızılcayer, Tuğcu, Bucak ve Işıklı gibi dört köyde de bu soyadını seçen aileler var.
   Bu aileler arasındaki akrabalık bağlantısını tam bilen yok; sadece yakıştırmalar var. Dahası, Serbanşah'taki dört ailenin bile akrabalık bağları net bilinmiyor. Şecere çıkarılamasa da arazi yakınlıkları, geçmişteki evlerinin yeri ve nesilden nesile aktarılan akrabalık bilgileri akraba olduklarını gösteriyor.  İşgalci Yunan ordusu, çekilme aşamasında Çivril hükümet konağını yaktığından, nüfus ve tapu kayıtlarının yok olması da bunun nedenlerinden birisi.
   Soyadı kanunu öncesinde anıldıkları adlarıyla ve yakın zamana kadar yaşlı kişilerin kullanageldiği adlarla, Serbanşah köyündeki Çorbacıoğlu soyadı alan aileler: Aşağı İzzetler, Yukarı İzzetler, Hüseyin Ağalar ve Eyüpler.
   Aşağı İzzetler, İzzet ağanın küçük oğlu Hüseyin (Kör Hüseyin) ağanın soyu, Yukarı İzzetler de İzzet ağanın büyük oğlu Derviş ağanın soyudur
   Ben Eyüpler diye anılan aileden geliyorum. Eyüp ağa benim dedem. Onun babasının da İbrahim olması kuvvetli olasılık. Çünkü, geleneklere göre, ilk doğan oğula dedenin adı verilir. Eyüp ağanın büyük oğlunun da adı İbrahim. İbrahim varsayımı üzerinden yürünürse, İbrahim ağanın üç oğlu olduğu söylendi sözel tarihçim tarafından. Bunlardan ikisi Zekeriya ve Eyüp. Üçüncüsü ise tarafımızca bilinmiyor. Ayrıca, Eyüp dışındakilerin yaşayan soy uzantısı yok.
   Bu ailelerde iki isim çok tekrarlanıyor bildiklerime ve anlatılanlara göre. Bu isimler Ali ve Mehmet Ali'dir. Kanaatimce bu isimlerden birisi ortak atalarına kadar gitmektedir.
    O zamanlar Sandıklı sancağına bağlı olan bölgede bir Mehmet Ali ağa yaşamıştır anlatılanlara göre. Hayli dolgun bir adam olduğu için, Sandıklı'ya giderken yedek atlarla ve yardımcılarla çıkarmış yola.
 
   Yaşlılardan ve daha çok anamdan duyduğuma göre, bu ailelerin tümünün evleri köyün tepe diye anılan bölgesindeymiş. Anam da eskilerden naklen anlatırdı bunu. Orada yaşadıklarını babam bilmiyordu örneğin. "Öyle derler." derdi sorduğumuzda.
   Tepe denince çok yüksek ve geniş bir doğal yeryüzü şekli anlaşılmasın. Çevresinden on, on beş metre kadar yüksek olan beş altı yüz metre çapında bir alan bu. Yayvan bir höyük desem yanlış olmaz. Sanki birkaç kez yıkılıp yapılan bir yerleşim alanı.
   Benim bildiğim zamanlarda, Yukarı İzzetlerden Ali amcanın (Koca Ali) ve Hüseyin Ağalardan Kamil amcanın (Kel Kamil) evleri tepedeydi. Aşağı İzzetlerden Hüseyin amcanın (Kör Hüseyin) ve Hüseyin ağalardan Hüseyin amcanın (Kel Hüseyin) evleri tepenin hemen eteğindeydi. Hüseyin Ağaların geri kalanlarının evleri ile Eyüplerin evleri birkaç yüz metre uzakta ve kuzey-batı yönündeki düzlükteydi. Hüseyin ağanın evi köy camisinin tam karşısında. O günlerde var olduğu anlaşılan cami ile gönül yakınlığı. günümüzde bile sürdürülür aile kollarınca.
   Benim çocukluğumda, İbrahim amcamın, Ali (Yörük) amcamın ve Kazım amcamın evleri, Hüseyin ağaların devamındaki bir avlu etrafındaydı. Babam sokağın karşısında, ayrı bir yer satın alıp orayı geliştirmişti.
   İbrahim amcamın oğlu olmadığından, Yörük (Ali) amcamın ve babam Hacı Ahmet'in oğulları köyde yaşamadıklarından, Eyüp ağanın yurdunda, erkek soyu itibariyle, sadece Kazım amcam soyundan Rafet Çorbacıoğlu oturuyor.
   Babamın arazilerinden hangisi ele alınsa, komşu arazi ya bu ailelerden birisine ait çıkar ya da bunlardan satış veya miras yoluyla elde etmiş birisine. Belli ki büyük arazi parselleri varisler arasında paylaşıla paylaşıla  dağılmış ve küçülmüştür.
2
   Eyüp ağanın (muhtemelen onun babasının) niçin mekan değiştirdiği şüpheli. Tepenin doğu eteğine düşen mekanları büyümeye müsait görünürken, orayı bırakıp su basar bölgeye , köyün kuzey-batı çeperinde mekan tutmaları bir mecburiyettenmiş gibi görünüyor. Bu mecburiyetin de huzursuzluk olması büyük olasılık. Akrabanın akrabaya ettiğini akrep etmezmiş derler. Ayrıca, tepede büyük bir yangın yaşandığı da anlatılırdı. Yangının eşkıya işi olduğu da söylenirdi, eşkıyanın tutulmuş bir iş yaptığı da.
   Yangın sonrası molozlarla uğraşmaktansa yer değiştirmeyi yeğlemiş de olabilirler. Beladan uzak durma tercihi de akla yakın.
   Tepeyi elinde tutan İzzetler ailesi daha varlıklı ve güçlüymüş. Tepenin daha az bir kısmını elinde tutan Hüseyin ağalar, izzetlere karşı ölçülü bir oranda direnme gücüne sahipmiş.
   Muhtemelen ailenin küçük oğlu zürriyetinden olanlar, mal-mülk ve aile nüfusu bakımından zayıf kalmaları nedeniyle, önde gelenler tarafından kullanılmak isteniyor. Buna karşı duranlar ise rahatsız ediliyor. Daha Eyüp ağanın babası zamanında böyle bir huzursuzluk var olmalı çünkü Eyüp ağanın kardeşi, muhtemelen büyüğü Zekeriya, diğerlerinden ayrılıp,  köyün güney-batı çeperine mekan tutuyor. Zekeriya ve Eyüp'ün birbirine uzak yerleri yurt seçmesi, aile içi bir dağılmayı da çağrıştırıyor. Nedeni ne olursa olsun, aileler ve sülale içinde sürtüşme olduğu kesin.
   Buna işaret olabilecek bir arazi hikayesine geçmeden önce, Eyüp ağa ve oğullarının yaşamını derinden etkileyecek birkaç kişiden de söz edilecek. Bunlardan birisi, ileride Eyüp ağanın oğlu İbrahim'in kayınpederi olacak olan Köse Mehmet'tir. Ayrıca, ileride anlatılacak olan Kör Hüseyin amca da vardır. İleride Hüseyin ağanın büyük torunu Sofu Mustafa amcanın kayınpederi de olacak bu kişinin öyküsü ve Köse Mehmet ağanın öyküsü, köyün arazi yapısını etkileyecek düzeydedir.
   Şunu da belirteyim ki bu hikayeler büyük balığın küçük balığı yutmasının, uyanık kasabalının saf köy zenginini kullanmasının da öyküsüdür.