29 Aralık 2015 Salı

KİME GÖRE, NEYE GÖRE?

KAYMAK TABAKA
Bu sabah farklı hissediyorum. Türkiye'nin kaymak tabakasından olduğumu öğrendim.
Bir siyasetçi ODTÜ'de kaymak tabakanın çocukları okuyor demiş.
Aslında, pek çok ODTÜ'lü gibi, bu üniversitenin siyasi polemik ve inatlaşma konusu olmasını istemiyorum ve bu ana kadarki atışmalardan da rahatsızım. Şimdi yazıyorum ancak yayınlayıp yayınlamayacağımı da henüz bilmiyorum.
Babam (saygı ve rahmetle anarım) orta halli bir çiftçiydi. Allah yaşayanlara sağlıklı ömür versin, geniş bir aileyi doyurmak için özveriyle çabalardı. Her Anadolu kadını gibi rahmetli anam da sabırla ve gayretle çalıştı. Bizleri olabildiğince iyi yetiştirdiler. Hatta çocuklarından üçüne yüksek eğitim bile yaptırdılar. Belirtmeden geçmeyeyim, devlet desteği olmasa bunu başarabilirler miydi bilmiyorum.
Ben liseyi parasız yatılı okudum. O zamanki seçme sistemine göre çok sayıda üniversitenin çeşitli bölümlerine kaydolma hakkım vardı ve ben ODTÜ de mühendislik okumayı tercih ettim. (Bu açıklamayı, ODTÜ- kaymak tabaka ilişkisi netleşsin diye yaptım.)
Üniversiteyi de devlet ( Türk Hava Kuvvetleri Komutanlığı) desteğiyle okudum. Mezun olunca da  Hava kuvvetleri için çalıştım, emekli oluncaya kadar.
Öğretmen olan eşimle birlikte, çocuklarımızı yetiştirmeye çalıştık.
İki çocuğum da başardılar ve ODTÜ'nün farklı bölümlerinden mezun oldular.
Yani ben bir kaymak tabaka çocuğu olarak ODTÜ' de okudum. Benim çocuklarım da hanedan gelenekleri dahilinde ODTÜ'de okudular.
Benden bizden uzaklaştırarak meseleyi genelleştirirsek, ODTÜ'de kaymak tabakanın çocukları okur sözü yanlış. ODTÜ'de kaymak tabaka çocuklar okur denirse doğru olur. Hepimiz biliriz ki uzun zamandır, her yıl yapılan üniversite sınavlarında, seçkinleşen belirli sayıda öğrenci herkesin bildiği birkaç üniversiteyi tercih ederler. Nitelikli öğrenci ile nitelikli üniversite birleşince nitelikli sonuç alınıyor.
Umarım sağduyu hakim olur ve ODTÜ ve benzeri bilim yuvaları zarar görmez.
-.-
Şeytan diyor ki son olaylar, ODTÜ arazisine arsa gözüyle bakanların bir tezgahı olabilir. Belki hiç sorun yok, varsa da "usuletle ve suhuletle" çözülebilecek bir sorun. Birden alevlendirilince insan çalı dibi karıştırıyor ister istemez.
Birden aklıma geldi. Yeni nesil bilmez. ODTÜ ormanlarını hep vardı zanneder. Ben hazırlıkta okurken, elli yıl önce, etraftaki çam fidanlarının üstünden atlayarak geçerdik. Bunu düşününce o ağaçlar daha bir değer kazanıyor gözümde.  

ÖĞRETMENİM -19

KOCA MEKTEP
Daha önce, bilmediğim bir şehirde, bilmediğim bir kişinin velayetinde Denizli Lisesi'ne kayıt yaptırdığımdan söz etmiştim. Koca Mektepli olmuştum kağıt üstünde.
Parasız yatılılık bu durumu değiştirmedi. Denizli Lisesi'nde parasız yatılı olacaktım.
Parasız yatılılardan sorumlu müdür yardımcısı Şakir bey hazırlamam gereken belgeleri belirtti. Bir cuma günüydü ve gelen pazartesi günü okul açılıyordu. Yeni duruma göre hazırlıklar için köye döndüm.
Dayanamayacağım, hemen belirtmeliyim: Bu "parasız yatılı" nitelemesini hiç sevmedim oldum olası. Çok kaba hatta aşağılayıcı bulmuşumdur, eski dildeki "leyli meccani" nitelemesini bile daha sıcak bulacak kadar...
Pazar günü babamla birlikte Denizli'ye gelip Bayram Yeri meydanına bakan bir otele yerleştik. Bunu anımsayabilmemin nedeni, o akşam ve ertesi sabah, otelin balkonundan yakın ve uzak tabelalara bakarak kendimi göz muayenesinden geçirdiğimi anımsamamdır.
Ne ara noter işini hallettik hatırlamıyorum. Heyet raporu için hastaneye kaydımızı yaptırdıktan sonra babam köye döndü.
Heyet raporu için kurul toplantısı salı günüydü sanırım. Benim gibi birkaç kişi daha vardı. Değişik uzmanlık sahalarının koridorlarında veya kapı önlerinde, onların çoğuyla karşılaştık ve tanıştık. Böylece, tanıştığım ilk yatılılık arkadaşım Mustafa Akkaya oldu. Tanıştığım ilk veli de Mustafa'nın babası Kamil Amca oldu. ( Hastane koridorlarında gerilen benim gibileri gülümsetmeyi başarmıştı kendine has nükteleriyle Kamil Amca. Rahmetle anıyorum. )
Çarşamba günü elimde belgelerim ve valizimle Şakir Bey'in karşısına dikildim. Bir önceki karşılaşmamıza göre daha ciddi bir havası vardı. Ne de olsa lise boyunca onun gözetiminde olacaktım. Önce kaydım yenilendi. Artık velim Muharrem Bey değil Şakir Bey'di. Önceki kaydıma göre verildiğim öğlenci sınıftan yatılıların toplandığı bir sabahçı sınıfa  alındığım bildirildi. İyi dileklerle pansiyona gönderildim. ( Paralı ve parasız yatılıların barındırıldığı bağımsız bina vardı lisenin bahçesinde ve adı pansiyondu.)
Pansiyonun kapısına yaklaşırken birisini fark ettim. Karşıda, inşaat hafriyatı sonucu yığılmış toprakların üzerinde oynayan çocuğu gözlüyordu. Belli ki onun annesiydi. O da beni fark etti. "Sen de mi yatılıya geldin evladım?" dedi elimdeki valize bakarak. Ben olumlu yanıt verince oğlunu çağırdı benimle tanıştırmak için. Önce ismini öğrendiğim ve kendisinden önce gözlerini gördüğüm arkadaşım Ali Kamil Yürekli idi.
Pansiyona yerleştikten sonra, ara bir günde ve ara bir saatte derse başlamak için koridorda beklemeye başladım. Teneffüs zili çaldığında, yeni sınıf arkadaşlarımın çıkışını seyrederken, Çivril'den arkadaşım Ahmet Bay geldi yanıma. Yoklamalardan biliyormuş benim o sınıfa verildiğimi. Yanını boş tutmuş benim için.
Girdiğim ilk ders coğrafya idi. Ahmet beni önceden uyardı öğretmenle ilgili. Zorlanacaksın amma sakın gülme dedi. Uyarısında haklıymış. Koca Mektepliler anladı zaten. Lisede ilk karşılaştığım öğretmen Nazmi Kuzpınar'dı, takma adıyla Poyraz Osman.
Bir sonrakinde Nazmi beyi anmayı sürdürmek üzere... 
 


17 Aralık 2015 Perşembe

Yol ve Yolsuzluk Hikayeleri - 6

Yargıyı Paketlemek
1929 dan itibaren ABD'de büyük bir ekonomik sarsıntı yaşanıyor. Bu koşullar sürerken 1932 yılında Roosevelt (ikinci) başkan seçiliyor. Üstelik partisi hem Temsilciler Meclisi'nde hem de Senato'da çoğunlukta.
Roosevelt ekonomik kriz ile mücadele amacıyla New Deal (yeni yaklaşım) adıyla bilinen yasa paketleri çıkartır.
Bu yasanın bölümlerinden birisi, yüksek yargı tarafından anayasaya aykırı bulunuyor.
Bu nedenle Roosevelt, yüksek yargıyla mücadeleye başlar.
Yeni dönem seçim kampanyasında, yargının tutumunu yetki gaspı olarak niteler. (Seçilmişlik atanmışlık tartışması. Bizde de olmuştu, yakın zamanda.) Gene de yargıç sayısını artırarak kararları yönlendirme veya yetkiyi yasayla sınırlandırma yoluna gidecek desteği bulamaz kamu oyu yoklamalarında ve siyasi platformlarda. Bunun yerine, yargıçları paketleme (hadi diyelim sepetleme) yolunu seçer.
Roosevelt yeni seçimden daha güçlü çıkmıştır. Yargıçların yaşı ve iş yükünü vurgulayan gerekçelerle, zorunlu emeklilik getiren bir yasa çıkartmaya çalışır. Böylece, yüksek yargıçların tamamına yakını emekli olacak ve onların yerine başkan ve Senato işbirliğiyle hukuk görüşü kendisine yakın yargıçlar atanacaktır. Yasa tasarısı, partisinin çoğunluğuna rağmen Temsilciler Meclisinden geçmez. Çabayı Senato'dan başlatmaya çalışırlar. Senato Adalet Komisyonu olumsuz görüşle  kurula indirir. Senato da gereksiz ve yararsız bularak yasayı reddeder. Meclisin her iki kanadı da Roosevelt'in planını geri çevirmiştir böylece.
Peru, Venezüella ve Arjantin'de de benzer sürtüşmeler yaşanmış, o ülkelerde, Roosevelt'in yapamadığını, kendilerine has yöntemlerle,  Fujimori, Chavez ve Peron başarmışlar. Fakat bu ülkeler hepsi sonuçta diktatörler tarafından yönetilir olmuştur.
ABD'de senato ve temsilciler meclisinin kararı, uzmanlarca şöyle açıklanmaktadır: Her iki meclis, bu şekilde yargı gücünün zayıflatılmasını kuvvetler dengesi açısından zararlı bulmuştur. Meclisler ve yargı gücü olmazsa, başkanın gücüne karşı toplumu kim koruyacak.
Çoğulcu demokratik toplumlar güç dağılımının kontrol edilebilir ve dengeli olmasına önem veriyorlar. Dünya siyasi tarihi de bunun böyle olması gerektiğini olaylar ve örneklerle kuvvetle vurguluyor.
Ref: Why Nations Fail, Acemoğlu, Robinson

ÖĞRETMENİM 18

Zor Yaz
Yaza başöğretmeni küstürerek girdim. Bundan endişem yok gene de. Çünkü, dede bu, sever ve affeder. Küslüğün sürdüğü de yok. En ateşli zamanında bile yatarken küsüyor, uyanınca unutuyorduk.
Her yaz olduğu gibi, bu yazın da okul kapandı, işler açıldı. Tatil diye bir kavram yok. Boş zamanı doğa belirliyor. Yağmur yağarsa tatildeyim örneğin. Yağışlar erken kesildiyse, sulama işleri erken başlıyor.
Sulamayla başlamadık işe o yıl. Toprak henüz susamadı belki; belki de babamın önceliği değişti. Babam denemeleri severdi. O yıl da patatesi denemeye karar vermiş, patates geleneksel ürünlerimizden olmadığı halde. Ürün çeşitlendirmesi aklına yatmış olmalı. Biri tutmazsa diğeri tutar yaklaşımı. Ayrıca, nakit girişini yaymaya da yarar. Bir de iş yükü ayarlaması var: Sulu tarım alanı, babamın aklındaki optimum dekar seviyesi civarında olmalı.
Patates ekimiyle açıldı sezon. Sürerek kabartılmış toprakta, özellikle birer saban izi atlanarak derinleştirilmiş  sulama karıklarının sırtı patates ekimi için hazırlandı. Geleneksel üreticiler bu işlerde makine kullanıyor olabilir fakat bizde hepsi el işiydi. Bol bol çapa ve kürek salladık.
Daha iki nefes almadan sulama başladı. Sulama başladı mı bitmek bilmez çünkü doyurucu yaz yağmuru pek düşmez bizim bölgeye. Pancar tarlası, yonca parseli ve patates tarlası arasında gidip geldik yaz boyunca. 
Bu koşturmaca arasında aylar geçiverdi. Okul zamanı yaklaşıyordu. Bizim yatılı sınavından da bir haber çıkmadı. Diğer yolları da kendim kapattığıma göre, Denizli'de gündüzlü olarak okumalıydım liseyi.
Liseye kayıt için Denizli'ye gittim. Orta okul girişinde olduğu gibi, liseye kayıtta da çıktı karşıma "veli" sorunu. Çivril'in Savran köyünden gelen bu genç, nereden ve nasıl bulurdu Denizli'de oturan veliyi.
Güzel bir rastlantı sonucu hiç tanımadığım bir yedek parça satıcısı bana veli oldu.
Çivril'den gelen traktör tamircisi ile Denizli'deki  parçacı, çaresizlikten ağlamaklı bir çocuğa yardım etmeyi seçtiler. İyilik denen şey bu işte: Karşılık beklemeksizin yardım.
Denizli'de ev kiralandı. balyalar hazırlandı. Elbiseler diktirildi, vs.
Ufak tefek birkaç ihtiyaç için Çivril'deydim. Bir Perşembe günüydü. Yaz tatilinin son perşembesi. Bir okul arkadaşı ile karşılaştım. Ayak üstü ileriden geriden konuştuk. Beni yoklamaktaymış oysa. Bir ara, "Sana bir müjdem var. Karşılığında bir tavuk isterim," dedi. Böylece parasız yatılı sınavını kazandığımı öğrendim.
Ertesi gün Denizli'deydim. Listeyi gördüm. İlgili müdür yardımcısına yönlendirildim kapı görevlisi tarafından. Böylece, statü gereği lise boyunca veli görevini de üstlenecek olan, pansiyondan sorumlu müdür yardımcısı Şakir Bey ile tanışmış oldum. 
İlk velim Muharrem Beyi ve beni ona yönlendiren Hüseyin Ağabeyi de unutmadım.
Lise yaşamımın başladığını hissettim o gün. Bu günlerde, o günlerden daha çok bilinirlik kazanan adıyla, Koca Mektepliydim artık.

2 Aralık 2015 Çarşamba

YOL VE YOLSUZLUK HİKAYELERİ - 5

            BİR DIŞ YARDIM MASALI

Şimdi ne kadar değişti bilmiyorum ancak Afganistan'da siyasete ve ekonomiye yerel ve ulusal seçkinler egemendir ve bu egemenlik boğucu seviyededir. Bu nedenle, gelişmenin asgari şartlarından olan mülkiyet hakkı, hukuk sistemi, yargı sürecinin bağımsız ve tarafsız işlerliği ve güvenlik gibi konularda yokluk veya zayıflık bulunmaktadır. Sırf bu nedenler bile, ülkenin geri kalması ve toplumun geniş bir kesiminin yoksullaşması kaçınılmaz olmuştur.  bir de SSCB'nin müdahalesi, iç savaş ve Taliban dönemi dikkate alınınca, Dünya ölçeğinde belirgin bir yoksulluğun pençesine düşmüştür Afganistan halkı.
Bu yazıda, ülkenin yeniden yapılandırılmasını siyaset bilimi uzmanlarına bırakıp, bu ülkenin öyküsü üzerinden, uzmanlara göre benzer projelerin tümünde geçerli olan, ibretlik bir gerçeği ele alacağız.
Ülkenin acil sorunlarını çözmek amacıyla çeşitli dış yardım projeleri başlatılmıştır. Bunlardan birisi de iç savaşın tahrip ettiği kırsal bölgelerde konutları iyileştirme projesidir. Bu çok milyon dolar bütçeli bu proje şöyle gelişmiştir iddialara göre:
  •  Oluşturulan fonun yüzde yirmisi, Birleşmiş Milletlerin (UN) Cenevre'deki ofisinin giderleri için ayrılmıştır.
  •  Birleşmiş Milletlerin görevlendirdiği  Brüksel'deki sivil toplu kuruluşu (STK) için ayrıca yüzde yirmi ayrılmıştır.
  • Kalan yüzde atmıştan, Yardım örgütlenmesini alt katmanları için yaklaşık yüzde otuz altı da ayrılınca, kalan yüzde yirmi dört yerinde uygulamaya ulaşabilmiştir. Uzmanların iddiasına göre, bu yüzde, dünyamızdaki benzer programlarınkine göre çok başarılı bir sonuçmuş.
Kısaca, kalan fon ile yapılanlar şunlar: Batı İran'dan tomruk satın alınır. Tomruklar, o anda hükümet mensubu olan İsmail Ağahan'a ait nakliye şirketi tarafından Afganistan'a taşınır. Petrol fiyatındaki yükselişin sonucu ve yağmaya karşı güvenlik masrafları da eklenince, nakliye bedeli ödendikten sonra fon bitmiş. Bu nedenle, tomruklar biçilmeden köylere indirilmiş.
Sonra ne olmuş diyorsanız, tomrukları biçtirme imkanı olmayan köylüler, tomrukları yağmalamış ve balta ile parçalayarak yakmışlardır. Korunaklı barınakların vereceği sıcaklık yerine, "dış yardım odun" ile ısınmışlar bir süre.
Elden gelen öğün olmaz, olsa da zamanında gelmez.