27 Nisan 2017 Perşembe

Sabaha Karşı-2/3

-III-
Çay Başında Mola
      Ancak Küfü Çayının kurumuş yatağını geçtiklerinde, yani yolun beşte dördünü aştıklarında, doğuda ufuk kızarmış ve ay doğacağını işaret etmişti. Yol boyu otlayan hayvanlar doymuştu. Az öncesinde, çayın öbür yanındaki bir kuyudan sularını da içtiklerinden yorgunluklarını anımsadılar. Hayvanlar da yolcular da yorgundu. Koyunlar  sürülmediklerini anlar anlamaz yattılar. Durunca malak da anladı mola verildiğini; o da yattı. Atlar ayakta uyur bilirsiniz. Başlarını aşağı salarlar sadece. Tay da öyle yaptı.
      Durunca dinlenmeyi hatırlayan yolcuların bedeni de gevşemeye başladı. Çok geçmeden ikisi de uyuklamaya başladılar. Oturma konumunda uyku bedeni sarınca, gevşeyen kaslar bedeni desteklemediği için, iki de bir devrilecek gibi oluyorlar, devrilmek üzereyken doğal denge sistemince uyandırılıyorlar. Bu böyle yinelenip giderken dizime yat bari oğlum diyor ana. Çocuk ikiletmeden yan geliyor. Ana oğlunun başını sıvazladıktan sonra omzundaki atkıyı örtüyor çocuğun üstüne.
 
      Okurlarım, bundan sonrasını kolay anlayabilmeniz için kısa bir açıklama yapayım bu noktada:
      Çoğunuz bilir köyde kadının omzundaki yükü. İşler, kadın işi erkek işi diye sınıflandırılırken hiç de adil davranılmamıştır. Bir kere ocak başı, ekmeğinden aşına, sofra açmasından bulaşığına şaşmaz çizgilerle kadınlar bölgesindedir. Çapa kadın işidir, kürek genelde erkeğin. Erkek harman savurur ama eline kalburu alıp dane çalkalamaz. Ahır temizliği erkek ağırlıklı olmakla birlikte, pisliğin tersliğe (gübre yığınına) taşınması iki kişi gerektirir. Çoğunlukla ikinci kişi kadındır. Sütün sağılmasına ve işlenmesine erkek hiç karışmaz. Çocukların bakımı ve temizliği gene ananındır. Kısacası zordur kadınlık köy yaşamında. (Zordu deseydim daha mı isabetli olurdu, bilmiyorum.)
     Öykümüzdeki ana da o zor yaşamı yaşayanlardandır. Şu an dizinde uyuyan oğlundan önce üç kız doğurmuş, dördüncüsü oğlan gelince bayram edilmiştir. Oğlu olmak çok önemsenir. (Nedenleri üzerinde toplum bilimsel bir çözümlemeye girmeyeceğim.) Onun arkasından bir oğlan daha ve sonra iki kız daha gelmiştir.
      İş yükü ve hanedeki kafa sayısı dede tarafından değerlendirilir. Kendi çocuğunu, (tek çocuğu olan anayı) zamanında şımartamadığı için, torunlarından kızların en büyüğünü ve oğlanların en büyüğünü evine almıştır. Bakım ve ilgide yeterince cömert davranılmış, hatta diğerlerinden daha rahat imkanlar sunulmuştur.
       Öte yandan, haneler ve sofralar ayrılmasına rağmen, iş dağıtımında her zaman çizelgeye alınmışlardır hepsi sıra geldikçe.
      İşte o ana, kuru çayın batı yakasında oturdukları yerde, oğlunun başını sıvazlarken düşünür. İçin için şöyle der:
-IV-
Ana Düşünür
      Sen doğduğunda oğlum, dünyalar benim olmuştu. İtibarım artmıştı, havalardaydım. Sen de öyle güzel bir bebektin ki bakan dönüp bir daha bakardı. Kendi nazarımdan bile sakınırdım. Bir düğün yerinde yaşlı bir kadın, aş kazanının isinden sürmüştü yüzüne senin. "Allah korusun kızım. Bak o kadın gözlerini alamıyor çocuktan." demişti. "Nazarı değecek kör olmayasının."
      Sonra kardeşin geldi. Daha üç yaşını tamamladığında deden istedi seni. "Arada ihmal edilmesin, ezilmesin çocuk." dedi. Kabul ettik. Aksi mümkün değildi zaten.
      Sevgide kısa kaldıklarını söylersem Mushaf çarpar. Tövbe tövbe!
      Fakat senesine varmadan gelişmen bozuldu senin. Hara güre arasında günlük izleyemesem de kardeşlerinle oynarken görüyordum arada bir. Kavruluyordun gün be gün. Yazılmadık muska, okunmadık dua bırakmadık. Sarardın. Zayıf ve şiş karınlı, cansız bir çocuk oldun. Bir boncuk boncuk ışıldayan gözlerin kaldı sanki ayakta. Bir seneyi aşkın bir süre işte böyle böyle eridin. (Bunu söylerken işaret parmağını kıvırıyordu yavaş yavaş.) Sonunda anladık ki soğulcan (solucan) basmıştı seni. Etin kemiğin semirecekken, içinde solucan ordusu beslemişsin. Nankörlük etmek istemem amma işin gerçeği bu: Soğulcanlı elden beslenen çocuk soğulcanlı olur. Neyse, Allah'ıma şükürler olsun kurtuldun. Bu sefer de avlu duvarına tırmanmakta köpeğin minnoş ile yarışmandan şikâyetçiydim. Bilesin bunu da. Bunu söylerken, uyandırmamak için hafiften sıvazladı başını ve sırtını oğlunun. Aslında şikayeti sevinciydi. Hafiften puslandı mavi gözler. Çekisinin ucuyla sildi gözlerini.
      Ne çok korkmuştum asalaklar çocuğun kanıyla birlikte aklını da çektiyseler diye. Çocukça amma korkuyor insan, söz konusu kendi çocuğu olunca. Şükür Allah'a ki bir şey olmamış. Okuldan, arkadaşlarından ve öğretmenden güzel işaretler geliyor. Maşallahın var.
      Kimi zaman kendime kızmaktan alamıyorum kendimi. "Olmaz baba. Alma benim can paremi." deseydim. "Gündüz oyna gezdir. Akşam yanımda olsun." diye dikilseydim. Takdirat işte. Böyle yazılmış. Hayırlısı olur inşallah.
      Gene de, çocuklarımın yetişme anılarını gözden geçirdiğimde, senin ve ablanın geçmişinde kısa kalıyorum. Geçmişim gasp edilmişçesine üzülüyorum. İçimdeki adalet duygusu kabarıyor, vicdanım sızlıyor. Özellikle yaz bahar günlerinde haftalarca görmediğim olurdu seni. "Hiç olmadı her gün uyurken görseydim yanımda olsaydı da." diyorum.
      İki hane ötesi değil mi deme. Yorgun bedene iki adımlık yol bile çok geliyor sırasında. Geçmişin boşa geçen bazı anların değerini, gençliğinde anlayamıyor insan. Şimdiki aklım olsa, ya vermezdim ya da... Euzu billah mineş şeytan. Şeytan durduğu yerde günaha sokuyor insanı; isyana yönlendiriyor. 

1 yorum: