23 Mart 2017 Perşembe

Kelimelerin Ruhu-11: Anayasa Değişikliği- Geçici Maddeler

 
Referandumda Oylanacak Geçici Maddeler
     Bir vakitten beri anayasa değişikliği referandumu ile yatıp onunla birlikte kalkıyoruz. (En azından büyük oranda ve bana göre...)
     Anayasa değişikliği ile ilgili haber/yorum arayın haber sitelerinde. Örneğin, 'anayasa değişikliği' yazın Gugul penceresine ve çıkanları okuyun. 18 maddelik değişiklik metinleri çıkıyor karşınıza.  Oysa bir de geçici maddeler var. Lafın Türkçesi, getirilen bir kezlik istisnalar bunlar. Yani, Mevcut anayasadaki belirli bir hüküm değiştirilmiyor ancak bir defa veya falan filan hallerde kaydıyla farklı bir hüküm konuyor. Adı üstünde geçici diye ben de önemsemedim son günlere kadar. Basın, hadi medya diyelim, onlar da geçici maddeleri hiç ele almadı. (Yakında yayınlanan bir TV söyleşisinde gördüğüm kadar sayın Başbakan da pek ilgilenmemiş onlarla, ya da üstünde durmamış.)
     İlgilendiğim geçici madde Anayasamızın 67. maddesinin bir hükmüne istisna getiriyor. Bu madde, Seçim Kanununda yapılan değişiklikler, ilk bir yıl içindeki seçimlerde uygulanmaz diyor. Getirilen istisna, bu değişikliğin kabulünden sonraki ilk seçim Anayasanın 67. Maddesindeki bu hükümden ayrı tutuluyor. Yani bu değişiklikler kabul görürse, 16 Nisan tarihinden sonra yapılacak ilk milletvekili ve cumhurbaşkanı seçimleri yeni bir seçim kanunu ile yapılacak. Yeni kanunun ne getireceğini Ankara'daki dar bir gruptan başka kimse bilmiyor.
     Tahmin edilen, İktidarın gücünü daha da artırıcı yeni bir seçim kanunu ile erken bir seçim gelebilir. Yoksa bu geçici maddeyi niye yazsınlar.

18 Mart 2017 Cumartesi

Yıldız / 3

 
Batıdan Doğan Yıldız - İzmir'den
     Aradan üç yıla yakın bir zaman geçmişti. İzmir yerelinde yayınlanan 'ismi lazım değil' gazetesinde bir haber yayınlandı:
 
 İzmir'den bir yıldız daha doğuyor
 
     Başlık bu! Altında da bir resim çerçevesi. Ortada bir yakışıklı, Tamer Güney'imsi gülümsemesiyle bizim Halil yani... Fotoğraf, haliyle cepheden fakat hafif sola bakıyor. İki tarafında da birer dilber; bol makyajlı, iyi rötuşlu, gene de esmer oldukları belli...
     Resim altı yazısında, 'İzmir'in yeni yıldızı Ozan Dağhan hayranlarıyla' diye yazıyor.
     "Ulan bu bizim Halil!" dedim heyecanla. Başarmış galiba diye düşündüm için için, biraz şaşkınlık, biraz imrenti ve biraz kıskançlıkla. Benim heyecanım seyirci topladı. Onlar da haberi incelediler, değişik yorumlarla.
     Aynı eğitimi görsek de, aynı sofralarda karnımızı doyursak da ve aynı sahalarda top koştursak da, insanın yetişegeldiği toplum düşünce yapısını ve algı biçimini belirliyor. Bunu gördüm bu ara: Kırsal naifliği almış birisi, şehir uyanıklığına alışmış birisine göre, gördüğünü kolay kabulleniyor, kolayca 'her gördüğünü dedesi sanıyor'. Yatılılardan İzmir'li arkadaşlar farklı yorum getirdiler: "Şişirme bu haber." dedi birisi, Diğeri ilkini onayladı ve "Bakın, bakın! Sağdaki kız şehla." dedi. Ve el birliğiyle, esmer dilberlerin şeceresini çıkardılar nerdeyse: "Tepecikten bu kızlar." dedi ilki. "Tenekeli mahalleden de olabilirler." diye bir açılım getirdi diğeri. Bense kızın şehla olduğunu fark etmedim bile, belki gözüm Halil Dağ'a (pardon, Ozan Dağhan'a) takıldı kaldı. Gazetelerin şişirme haber yapacaklarını düşünemedim bile. Adı belirtilen yerlerin özelliklerini de o arkadaşlardan öğrendim.
    Arkadaşlarımın yorumuna hemen inandım çünkü Halil'e bir kaç ay önce Denizli garajı yolunda rastlamıştım. Hal hatır sormaktan öteye gidemedik. Acelesi var gibiydi veya bu karşılaşma onu mutlu etmemişti.
    Ve ceketinin yenleri ve kapak kenarları tarazlanmış durumdaydı.
    Gene de o yaz uğradığımda, bu karşılaşmadan Huriye Anaya söz etmedim fakat ben gördükten sonra köye uğramış. "Kazancım az, okul ve iş bir arada olunca..." demiş anasına ve hatırının geçtiği bir terziye çabucak bir takım elbise diktirivermiş anası. "Çocukcağızın ceketi yıpranmıştı da." diye anlatınca anladım uğradığını.
    Bundan beş yıl kadar sonra İzmir'de karşılaştık onunla bir sabah. İkimizin elinde de birer gevrek, Gündoğdu'da bir sokak köşesinde, işe yetişme telaşındaydık bir taraftan da gevreklerimizi kemirirken. (Burada simit istersen, sen gevrek deyinceye kadar trene bakar gibi oluyor simitçiler. Bilmiş olun.) Uzun konuşamadık. Bir profesyonel kamerayı, üç-ayağı ile birlikte omuzlamış, önde sallana sallana gidenlere yetişmeye çalışıyordu. Bir daha bakışıp uzaktan el salladık birbirimize. "Anan seni beş yıldır görmemiş. Hasretinden kıvranıyor be Halil!" bile diyemedim.
     Ha sahi! O andaki adı neydi acaba?

17 Mart 2017 Cuma

Kelimelerin Ruhu-10: Şeffaflık ve Anayasa

 
ŞEFFAFLIK
 
      Şeffaflığın güncel Türkçe karşılığı saydamlıktır. İçinden ışık geçişine ve arkasındaki şeylerin görünmesine engel olmama halidir. Mecazen de açık ve belirgin olma, kolayca anlaşılma ve arkasında bir şey saklamama halidir.
     Bilindiği gibi, yakalanmak istemeden yapılan ayıplar, kabahatler veya suçlar gizli yapılır. Diğer bir anlatımla sessiz ve görüntüsüz yapılır. Yani eylem ortamı şeffaf değildir.
     Şeffaflık, ya da saydamlık işte bu nedenle, fizik terimi olmanın yanında, siyaset bilimlerinde de geçerli bir terim olmuştur.
     Siyaset bilimleri literatüründe, saydamlığın ikiz kardeşi vardır; birlikte anılırlar. Bu da katılımcı demokrasidir. Bu nedir:
     Katılımcı demokrasi, kamuoyunun, karar süreçlerinden sürekli bilgilendirilmiş olması ve/veya bu sürece sürekli katılmasıdır. Katılma vekalet yöntemiyle, meclislerce yapılabilir fakat bilgilendirme sürekli olmalıdır. Bilgilendirme, kişilerin kendi kulağıyla duymasıyla ve kendi gözleriyle görmesiyle veya medya kanalları aracılığıyla olacaktır. Özetle, karar süreçlerinin meclis ve medyada kesintisiz tartışılabildiği bir ortam var olacaktır. Aynı saydamlık, bütçelerin ve yasaların yapılmasında da var olmalıdır. Bütün bunlardan amaç, iktidarın kötüye kullanılmasını, rüşveti ve gizli-kapaklı ilişkileri önlemektir.
     Dünyada, Transparency İnternational, Gün Işığı gibi adlarla çalışan enternasyonal sivil toplum kuruluşları var günümüzde. Bağışlarla finansman sağlayan bağımsız kuruluşlar bunlar. Amaçları, Dünyada saydamlığı artırmak. (Kendisi ne kadar saydam davranır bilmem ama sermaye saydam olmayan ortamlarda bulunmak istemez.)
     Hasılı, saydamlık ve katılımcı demokrasi, 'tavuk mu ilk, yumurta mı?' sorunsalı gibi beraber tartışılır siyasi performans ölçen siyaset bilimi ortamlarında. Birisi varsa diğeri de vardır; birisi yok olursa diğeri de yok olur.
    Oylanacak anayasa değişiklik teklifini saydamlık ve katılımcı demokrasi açısından incelediğimde:
       - Karar süreçlerinin pek çoğu "tek adam" yetkine bırakıldığı için,
       - Kanun yapma sürecinin doğasında var olan şeffaflık, başkanlık kararnameleri yoluyla yok olacağı için,
       - Meclisin yürütmeyi denetleme gücünün zayıflatılması veya zorlaştırılması nedeniyle,
       - Bütçe yapımında meclisin etkinliğini yok edip protokol seviyesi (görüntü vermek gibi) bir onay noktasına çekilmesi nedeniyle, getirilen taslağın saydamlığı azaltan ve dolayısıyla gücün kötüye kullanılmasına ve sistemin çürümesine uygun bir ortam doğuracağı görüşündeyim. Bunların olmaması için başkanın çok özel dikkat sarf etmesi gerekecektir zira sistem kötüye kullanılmaya müsaittir.

16 Mart 2017 Perşembe

Yıldız / 2

 
Yıldızlar Arasında
     Evet... Dediğim gibi... Halil sinema yıldızı olmayı hayal ediyordu.
     Gazete dergi karıştıran birisi olarak konservatuar yolunu duymuştum oyunculuk alanına gidecekler için:   
     "Konservatuara mı gideceksin?" diye sormuştum Halil'e bir ara. O öyle bakmıyordu olaya.
     "Tiyatro oyuncuları veya sinemada karakter oyuncuları için gerekli konservatuar." diyordu. Oysaki Halil jön olacakmış. Esas oğlan yani... Jönler yarışmalarla keşfedilirmiş.
     Halil kendisini yıldızlardan birine benzetiyordu. O da bir yarışmada dikkat çekmişmiş.  Tamer Güney'di öykündüğü sanatçı. (Bana göre hiç ilgisi yoktu aslında. Olsa olsa biraz dolgunca olan dudakları andırıyordu onu.)
     Onun bir filmindeki duruşunu benimsemişti. İyi yetişmiş bir iyi aile çocuğunun iyimser duruşu öne çıkıyordu o filimde. Geniş yüzü açmak için saçlarını kabarık taratmıştı yönetmen. Top ense saç tuvaleti, profil görüntülerde daha heybetli ve daha erkeksi bir hava veriyordu fakat alt dudak ile çene çıkıntısı arasındaki orantısızlığı ve derin kavisi dikkate alarak, profil görüntülerde hiç yakın plan çalışmıyordu yönetmen. Öte yandan, etli, düzgün ve gülümseyen dudakları cepheden yakın plan gösteriyordu sıklıkla. Gişe rekorunu genç kızların düşüne giren dudakları yakın plan gülümseterek kırmayı tasarlamıştı anlaşılan.
     Onun gülümseyişini kendi yüzüne oturtmaya çalışıyordu Halil. Bir yandan yeterince dolgun olmayan dudaklarını öne çıkararak dolgun göstermeye çalışırken, öte yandan o izlenimi bozmadan geniş geniş gülümseyebilmek zor ve gülünç oluyordu elbette. Bu açıdan arkadaşlar arası kıkırdaşmalar olsa da, Halil rolüne kendisini iyice kaptırdığı için, bunları algılamıyor veya algılasa da aldırmıyordu.
     Ergen çağlarda başka başka kavak yelleri esiyordu her bir başta. Bilirsiniz, geniş gövdesinin gölgesi nedeniyle oluşan sıcaklık farkı, sürekli bir esinti yaratır kavak ağacı boyunca ve o esinti yaprakların oynayışından anlaşılır. Ergendeki değişen ruh hali de kavak yeli gibi kesintisizdir. Her şey kolay, her şey imkansızdır an be an. Duyguları ile aklı arasında gider gelir öğle sıcağında salınan kavak yaprakları gibi. Bir yandan sürekli rekabet halinde olduğu baba otoritesini yıkma çabası, diğer yandan yoğrulmaya hazır yumuşaklıktaki ana sevgisini şekillendirme planları... Ve bir başka zaman, yıkmaya çalıştığı otoritenin eksikliğinden tedirgin oluş ve kullanmaktan hoşnut olduğu ana sevgisinden sıkılış... Bunları tüm erkekler yaşamıştır değişik zamanlarda ve değişik oranlarda.
     Bu durum arkadaşım Halil için de geçerliydi. Bir süredir babasızdı. Ergenliğe adım atmadan yıllar önce yitirmişti babasını. Bu erken kayıp nedeniyle baba imgesi tam yerleşmemişti. Baba ilişkisini bilinçli çağında yaşamadığı için, bu imge, anılarından arta kalan ve çevresini gözleyerek edindiği izlenim kadardı sadece. Dıştan görünüş de, bilirsiniz, çok zaman gerçeği yansıtmaz. Bu bakımdan, Halil'deki baba imgesi, hayatın gerçekleri ile tam çakışmıyordu; daha ziyade, idealize edilmiş özellikler ve ilişkiler zinciriydi ona kalan. Geçmişi anmaktan ve ölmüş kocasını zaman zaman kötülemekten kaçınmayan anasından duydukları, bu idealize tanıma uymadığından,  tedirginliğe ve isyan duygusuna sokuyordu Halil'i. Sık sık ortadan kaybolan, ortaya çıktığında da cebinde her zaman kaba şeker bulunduran tütün kokulu bir adam kötü olamazdı. İçin için anasını suçladığı olurdu kimi zaman. Babasının öyküsünü biliyordu elbette. Anasından duydukları ile çevreden duydukları ana hatlarıyla uyumlu olduğu için, anasının biraz abartılı fakat doğru konuştuğunu biliyordu. Abartışın nedeni de, neye hizmet ettiği meçhul çabalardan sonra, yaşamın olanca yükünü karısının omzuna yükleyip öbür dünyaya kaçan adama öfke duymak diye yorumluyordu sakin zamanlarında.
     "Kimi zaman afyon kaçakçılığı, çoğu zaman da define arayıcılığı... Kolay yoldan kazanç ve mevki kazanma peşinde harcamıştı ömrünü." diyordu merhum kocasından söz ederken. "Sonunda, ikisi kız üç çocuğu Huriye karısına (kendisi ' Hörü garısına' diyordu) bırakıp düştüğü yarın dibinde üç gün sonra bulunmuştu ölüsü. Uçurumun yükseklerinden, dik yarın ortalarındaki bir ine inmeye çalışırken sarkıttığı ip hala orada duruyordu, idam kemendi gibi."
     Bütün bunları biliyordu Halil. Ve hala,  o tütün kokulu nefesi, güzel gülümsemesi ve uzattığı bir avuç şekerle onun kahramanıydı babası. Anasınıysa, peşinden gidilesi biri değil, ortak yaşamın bir parçası olarak görüyordu.

Kelimelerin Ruhu -9: Karar Süreci

 
Bir süreç ve bir zaman
     Adına ister sorun diyelim ister hedef, ele aldığımız bir durum vardır ve bu durumu istediğimiz başka bir duruma dönüştürmek istersek, sorun çözmeye başlamışızdır. Bu bağlamda, 
       - Durum tesbiti ve analizi: Durum tesbiti hiç de göründüğü kadar kolay olmayabilir. (Baş ağrısı başta hissedilir ancak sorun böbrekte olabilir.) Gerçek durum saptanmadan getirilecek çözüm kararları başarısız olacaktır.
       - Saptanan durumun dönüştürüleceği yeni durum (hedef) belirlenir. 
       - Hedefe ulaşabilmek için yenilmesi gereken engeller ve eldeki imkanlar (destekler) belirlenir.
       - Engelleri yenmenin yolları ve destekleri geliştirme seçenekleri belirlenir.
       - Yolların ve seçeneklerin analizi: Çoğu zaman engeller ve destekler birden fazladır ve her biri ilk bakışta görülecek netlikte değildir. Çözümlemenin amacı bunları ve etkilerini belirginleştirmektir.
       - Seçeneklerden mümkün olan en iyi seçenekler üzerinden eylem planı belirlenir. Bu planın onaylanması ve yürürlüğe konması bir karardır.
       Yürürlükteki planın uygulanması ve gelişmeler hedefe uygunluk açısından ölçülür, gerekirse sapmalar düzeltilir (ara karar) ve gerekirse yeni eylem planı yapılır. (karar)
      Bu karar süreci, sadece kendi birikimimizdeki verilerle çözdüğümüz bireysel bir sorunumuzun çözümünde, biraz daha büyük, aile boyu bir sorunu aile boyu verileri kullanarak çözmekte, bir şirketin finansman sorununun çözümünde, uzatmayalım, bir ülkenin eğitim sorununun çözümünde veya dış güvenliğinin güven altına alınmasında kullanılır.
     Değişen şey, sorun büyüdükçe daha çok veri ve daha çok uzmanlık kullanılmasıdır.
     Bütün bu adımlar atılırken zaman geçer çünkü karar süreci, hiç bir şey harcamasa dahi, zamanı harcar. Kullanılan verilerin çokluğu ve uzmanlıkların derinliği harcanacak zamanı büyütür.
    Basit bir örnek: Haftalık yaş sebze ve meyve ihtiyacını semt pazarından karşılarım. Bunu inceleyelim örnek olarak.
     Hedef: Ailenin bir haftalık meyve ve sebze ihtiyacını karşılamak.
     Durum değerlendirmesi: Rutin ihtiyaçlar bellidir. Buz dolabı ve kiler dolabının kontrolü, veri,
                                             Özel ihtiyaçlar:  Aile bireylerine sorulur. (Uzmanlar ve yanal katkı)
     Finansal değerlendirme: Pazar nakit çalışır. Gerekli nakdin varlığının doğrulanması. (Engelleyici/destekleyici faktörlerin belirlenmesi ve sağlanması)
     Karar: Pazar listesi
     Ara karar: Miktar dikkate alınarak arabayla gitmek.
     Karar (Son) ve eylem planı: Liste içeriği malzemeyi almak için arabayla pazara gidilecek.
     Bu örnek sık karşılaştığımız basit bir karar sürecidir ve benim her hafta beş ila on dakika zamanımı alır. (Eylem zamanı hariç. Bu  bizim şartlarımızda kırk beş dakika alır.)
     Belirttiğim gibi, büyük kararlar daha büyük zaman alacaktır zira milyonlarca veri, yüzlerce yanal faktör, onlarca uzman devreye girebilir. Nihai karar vericinin önüne en fizibil birkaç seçenek getirinceye kadar bu süreç çalışır.
     Son söz:
     Küçük işler küçük süreçlerde ve kısa zamanda karara bağlanır. Hatalı kararın hasarı da küçüktür veya ihmal edilebilir.
     Büyük işler büyük ve karmaşık (iç içe) süreçlerde ele alınır ve büyük olan tahribat riskleri de karar sürecinin bir parçasıdır. Bu yüzden başarı potansiyeli yüksek bir karara ulaşmak için ciddi uzunlukta zaman harcanır. (Büyük şirketler ve devlet dairelerinde bu yaşanır.) Bununla da kalmaz, alınan kararın sonuçları gözlenir/ölçülür ve geri-besleme yapılır. Geri beslemenin mahiyetine göre, eylem aynen sürdürülür veya düzeltici kararlar alınır. Bunlar ve önceki adımlar önemli uzunlukta zaman harcanır.
     Bu konuyu, karar noktasını tek kişiye yoğunlaştırarak, hızlı kararlar alınacağını iddia eden ve başkanlık sistemine 'evet' öğütleyenlerin tezi üzerinde düşünürken inceledim.
     Son karar vericinin harcadığı zaman devede kulak bile değildir.
     Esasen, karar sürecini kısaltmak için önceden zaman harcamak gerekir. Şunu demek istiyorum: Büyük şirketler veya devlet gibi büyük örgütler, ileride karşılaşılabilecek halleri önceden düşünerek planlamalar yapar ve buna göre hazırlık yaparlar. O halle karşılaşıldığında, 'X Planı uygulanacaktır' diye bir duyuru yapılması sistemi harekete geçirir ve önceden planlanan adımlar atılır. Örgütün tüm kademeleri görevlerini bildikleri için uyum ve etkinlik kesindir. Planların işlevselliği de tatbikatlarla test edilir. (Askeri tatbikatlar ve harp oyunları bir planın test edilmesidir örneğin.)
     Örgütlerin tepe yöneticileri, olası halleri öngörmek suretiyle, bunlar için etkin planlar yaptırmakla ve bunları test ederek doğrulamakla kolay ve başarılı kararlar verirler. Bu tür hazırlıklar yapılmadan, 'olsa olsa böyle olur' türü kararların başarısı tamamen şansa kalmıştır ve sonuç yüksek maliyetli olabilir.
     Sonuç olarak, önerilen yetki odaklanmasının, hızlı ve başarılı kara üretmeye bir reçete olabileceğini düşünmüyorum. Büyük işlerde, 'Ben yaptım. Oldu' yöntemi başarılı olamaz. Hataların maliyetini vatandaş çeker.
                  

14 Mart 2017 Salı

Yıldız / 1

 
 
Samanyolunda bir Gezinti
 
     Biyologlar ve psikologlar insanın öz benliğini de mercek altına almışlar. Öyle anlaşılıyor yazılıp çizilenlerden. Bu konularda durmadan deneyler yapılıyor, raporlar yazılıyor. Zaman zaman birbirini çürüten sonuçlar alsalar da ilginç savlar atılıp tartışılıyor. Bunlardan birisine göre, insanın bir deneyimleyen öz benliği olduğu gibi bir de hikaye eden, anlatan öz benliği varmış.
     Bunlardan deneyimleyeni, insanın yaşayıp gördükleri ve bunlardan süzdükleri ile oluşurken, anlatan benlik, deneyimlenene sadık kalmadan, genellikle en son deneyimlenene paralel sonuçlar çıkarırmış. Üstelik deneyimlenen gerçeklere bağlı kalmaksızın, yakıştırma sonuçlar da çıkarırmış. Biraz masalcı yanımız varmış yani. Kiminde az, kimisinde biraz daha çok... Başkalarının deneyimlediklerinden ve anlattıklarından alıntılarla, deneyimlemiş gibi  anlatmak da varmış:

    "Ulan arkadaş! Bıldırcın eti çok lezzetli oluyor. Her gün yemeli." demiş Ali.
    "Nerden biliyorsun? diye sormuş arkadaşı Veli.
    "Ağalar yerken gördüydüm." demiş Ali.

    Öykü yazmak da böyle bir şey. Bıldırcın yemeden yemiş gibi anlatmak gerekiyor zaman zaman. Hikaye gereği yani. Aslında anlatıldığı kadar tat vermiyor.

    On beş yirmi yıl kadar önce de bisikleti park etmiştim bu kapının önüne. Ortaokulun son Mayısında, biraz hareket biraz macera olsun diye, bu köyün içinden geçen yokuşlu yolu bisikletle çıkıp inmeyi denemiştik. Otobüslerin - o devire göre düşünün, düşünebilirseniz - su kaynattığı bu yokuş bizi de susatmıştı. Sonuna varmadan döndük ve bisiklete hakim olamamaktan korktuğumuz için, yürüyerek indik. İşte tam bu noktada Halil'le karşılaştık. Sınıf arkadaşımızdı Halil.
     Dilimiz damağımız kurumuştu. "Allah çıkardı seni karşımıza be Halil." dedik. "Bir yudum su getir, getir de uzasın ömrün." dedik.
     Söze biraz şiirsellik katmaya çalışmamızın nedeni, Halil'in anlatacağım diğer merakı yanında, şiirle de ilgilenmesiydi. "Mehtaplı ay ışığında..." diye başlayan, sık sık devrik tümcelerle süslenmiş dizeler aklımdaydı. (Mehtaplı(!) ay ışığı? Halil'e göre şiirsel bir tamlamaydı bu.)
     Halil seve seve koştu avludan içeri. Arkadaş canlısı birisiydi o.
     Halil'den önce kırk yaşlarında bir kadın çıktı evden. Gülümseyerek bize doğru geliyordu:
     "Halil şaşırmış biraz heral. İnsan arkadaşlarını kapı önünde bekletir mi hiç. Geçin geçin. Hiç olmazsa şu ağaç gölgesinde oturun. İçeri girersek damlar sizi bunaltır şimdi." dedi avluyu göstererek. "Duru su ile olmaz! Siz serinlerken ben de size ayran çırpıvereyim hemen."
     Ev sahipliği rolü için oğlunu tekrar uyardıktan sonra eve yönlendi. Kastımızı aşan bir durum çıkmıştı ortaya. Biz de tedirgindik biraz, karaağaç gölgesine yerleşirken.
    Bir yandan suları dağıtırken diğer yandan da bizi tembihliyordu Halil: "Aman ha! Sinemalardan uzak durun anamla konuşurken. Derslerden söz açılırsa Halil iyi deyin. Matematik ve Türkçe pekiyi..." Anasının yaklaştığını görünce de: "Tamam mı?" diye kısa kesti Halil.
     Sözü kısa kesmek zorunda kalmasaydı, Halil Dağhan adını da anmayın diyecekti Halil Dağ. Bu onun ozan halinin adıydı; eskilerin mahlas dediğinden.
     Anlaşılan, çoğumuz gibi sinemaya gidişlerini gizliyordu Halil. Ben de gizlerdim. Açıklamak zorundaysam da 'tarihi film' sıfatına saklanırdım. Aile büyükleri sinemayı ergen yaştaki oğulları için tehlikeli bulurlardı. "Aman ha! Oğlan yoldan çıkıverir." derlerdi aralarında konuşurken. Ancak, Halil için durum bundan da ötedeydi anlaşılan. Halil ile biraz diyaloğu olan birisi olarak, ben biliyordum işin aslını: Halil sinema yıldızı olmayı düşlüyordu.
 

5 Mart 2017 Pazar

Kelimelerin Ruhu-8: Güven Oyu ve Gensorunun Denge_denetlemedeki Yeri

 
Güven Oyu
 
     Mevcut anayasamıza göre, bir hükümet güvenoyu alıp anayasal andını içmeden göreve başlayamaz. Buradan anlaşılacağı gibi, güven oylaması, meclisin, atanan hükümetin anayasal görevini yerine getirebileceğine inancını resmen belirtmesidir. Meclis, temsil ettiği halka, atanan kişileri inceledik, görevi icra edebileceklerine inandık demesidir. "Artık bu zevat sizi hükümet olarak yönetecektir, gönlünüz ferah olsun." demektir bu.
    Getirilen ve referanduma sunulan metne göre, güvenoyu sistemi kaldırılmıştır. Seçmence doğrudan seçilmiş cumhurbaşkanının da güven oylamasına tabi olması mantıklı değil fakat atamayla gelen başkan yardımcılarının ve bakanların güven oylamasına tabi olması yararlı olurdu. Bulunması halinde:
    - 'Tek Adam' ataması onun hakkı olabilir fakat atamanın meclis tarafından onaylanması (güvenoyu), atanacak kişilerin seçiminde hem başkanı daha dikkatli olmaya sevk edecektir.
    - Hem de halk oyuyla gelmemiş görevlinin, dolaylı da olsa halk oyu almasını sağlayacaktır.
    - Bence en önemlisi, güven oylaması süreci sayesinde, atama ve görevlendirme süreci şeffaflaşacaktır. Şeffaf yürüyen süreçlerin daha isabetli sonuçlar vereceğine inanırım.
 
 
Gensoru ve Güvensizlik Oyu
 
    Önerilen metinde, gensoru mekanizması kaldırılmıştır. Metni  savunanlar, 'Meclis Soruşturması' mekanizmasının cumhurbaşkanını da içerecek şekilde varlığını yeterli görmekte, gensoruyu gereksiz, verimsiz ve zaman alıcı bulmaktalar.
     Bu sav, eksik ve yanıltıcıdır.
    Meclis soruşturması, anayasal yargı dokunulmazlığı hakkı verilmiş makam sahiplerinin sadece cezai sorumluluklarını araştırma sürecidir.
    Cumhurbaşkanının karşı çıktığı hiç bir soruşturmadan sonuç çıkmaz. Bunun nedeni hem belirlenen oy kalitesi hem de meclisin cezai davanın kanıtlarını toplamakta aciz kalacağı gerçeğidir. Yürütme organının (Cumhurbaşkanının) karşı olduğu hangi davaya hangi savcı kanıt toplayabilir. (Cumhurbaşkanının Hakim ve Savcılar Kurulu üzerindeki etkisini dikkate alarak ve kumpas - kurgu davaları henüz unutmamış olarak ... Ayrıca, ihtiyaç duyanlar, ABD sistemindeki 'özel savcılık' sistemini ve mantığını incelesin isterim. Bkz: Dip Not-1)
     Önemsediğim mesele, yönetenlerin siyasi sorumluluğudur. Bir yönetici, kanunen suç sayılmayan ancak hatalı olan politik seçimler yapabilir. Bunları millet adına kim ve nasıl soruşturacaktır? Mevcut anayasamızda bu ihtiyacı gensoru mekanizması sağlıyordu. Gensoru önerisi kabul edilmese bile sistemi şeffaflaştırıyordu. Yokluğunu ciddi bir eksiklik olarak görüyorum.

    Gerek 'meclis soruşturması' mekanizmasının kapsamı ve işlerliğinin şüpheliliği  ve gerekse siyasi sorumlulukları soruşturacak 'gensoru' mekanizmasının bulunmayışı dikkate alındığında, önerilen sistemde, meclisin yürütme üzerinde denetleme gücünün bulunmadığı görülmektedir.
 
    Not-1: ABD sisteminde özel savcılık diye yasal bir organ vardır. Yürütme organının (Başkanın) atadığı savcıların, yürütme organıyla politik ortaklık ve ilgi ortaklığı olabilir. Bu ortaklık adaletin önünde engel olarak görülmüş ve icra organı içinde olası hata veya suçların soruşturmasında, örneğin kongre, sadece kendisine rapor verecek bir savcı atayabilir. Yetkileri ve bütçesi atamayla birlikte özel savcının emrine verilir.