KARASABAN DEVRİ (Devam)
İşte bu karasaban devrinin sonlarında, Ovaköyde yaşayan bir Mehmet Ağa ile bir de Filancaoğlu Mehmet vardı. Bunlar akraba idiler ve aynı avluyu paylaşıyorlardı. Daha doğrusu, Mehmet Ağanın avlularından birisi diğerininkiyle bitişik ve birleşikti.
Mehmet ağanın evi köyde öyle bir yere yerleşmişti ki dört kapısı dört ayrı sokağa açılıyordu. Ancak, batı kapısı, Filancaoğlu'nun evinin önünden geçerek işleyen bir kapıydı. Bu kapıyı ortak kullanıyorlardı yani.
Mehmet Ağa dört kapıyı boş yere kullanmıyordu. Kapılar, avlunun iç bölüntüleri ve her bir bölüntünün işleviyle ilgiliydi. Örneğin batı kapısına bağlantılı iç bölüntü, büyük baş hayvanların ahırlarını içeriyordu. Kuzey kapısı ve arkasındaki avlu, küçük baş hayvanlar içindi. Güney kapısı, ambarlara ve samanlıklara ulaşmak içindi ve harman kalktıktan sonra pek sık kullanılmazdı bu kapı. Doğu kapısı ise ana kapı sayılırdı. Atlar ve arabalar bu kapıdan girer çıkarlardı. Mehmet Ağa'ya ulaşmak isteyenler de bu kapıyı çalarlardı.
Bu avlu ve kapı yerleşimini, öykümüzle ilgisi nedeniyle anlattım.
Mehmet Ağa'nın serveti nereden geliyordu ve bunu besleyenler nelerdi: Bir kere Allah'ın şanslı kuluydu o. Bu, başkalarının şanssızlığıydı aynı zamanda. Ana ve baba sülalesinden herkes, ortak karar vermiş gibi ve arkalarında varis bırakmadan geçip gitmişlerdi öbür dünyaya. Kendi kardeşleri de bu kavle uymuşlardı sanki. Diyeceğim, dokuz göbek öteden mal kalmıştı ona. Diğer şansı, boyu posu ve hatlarıyla yakışıklı adamdı. Belki bunun da yardımıyla, kendisi gibi boylu poslu ve kendi şansına uygun başka bir şanslı ile de evlenince, temel geniş ve sağlam atılmıştı. Bu temelin üstüne bina edilecek şato için ter ve 'iş bilirlik' gerekiyordu ve o da onda ziyadesiyle vardı.
"Çocuklar açtı; iki teneke buğday için iki dönüm tarla verdim Mehmet Ağa'ya, üstelik bir kere de değil." diye anlatan birisini bizzat dinlemişsem de, servetin sadece bu yollarla büyüdüğünü söyleyemem. En büyük hamlesi hayvancılıktı bence. İç içe bölünmüş koca avlular boşa değildi. Önceden de belirtildiği gibi, ekim-dikim sınırlı, buna bağlı olarak da mera genişti. Ayrıca, hayvanı daha çok olanın tarlası da daha verimli olur. Hayvan gübresi hem güçlüdür hem de etkisi senelerce sürer.
Filancaoğlu'na gelince: Yoksul olduğunu baştan belirtmiştik. Mehmet Ağa ile üç göbek geriden ve ana tarafından akraba oluyorlardı. Avlu ortaklığı oradan geliyordu.
Onun da yolunu tıkayan fazla varis yoktu fakat paylaşılacak mal az olunca paydaş sayısının azlığı da önemli olmazdı. Ayrıca, Filancaoğlu ve kız kardeşi 'dede mahrumu' idiler. 'Dede mahrumu' ne demek bilir misiniz?
Cumhuriyet devrimleriyle gelen medeni hukuktan önce, dedesi sağken babası ölen bir çocuk, dedesinin varisi olamıyordu. Bunlara 'dede mahrumu' denirdi. Dedelerin insafına kalmışlardı. Sağlığında bunlara ne bağışlamışsa dedeleri, sadece o kalırdı ellerinde. Ayrıca kız torunlar daha bir 'mahrum' olurlardı. Genellikle, dede ona sadece evlenme desteği verir, mal mülk bırakmazdı.
İnsanlar, özellikle kadınlar, cumhuriyet devrimlerinin kendilerine sunduğu medeni hakların değerini bir bilseler! Bu öykünün kaleme alındığı bu günlerde, içimden koptu bu çığlık.
Kısacası yaşama şanssız başlayanlardandı Filancaoğlu Mehmet. Kendi yağında kavrula kavrula belli bir kıvama gelmişti. Ancak 'geçinip gidiyoruz işte' kıvamından öte de değildi.
Böyle bir zamanda, öykümüzün ateşini yakan bir olay oldu. Mehmet Ağa'nın büyük baş hayvanlarının ahırları, Filancaoğlu'nun avlusuyla bitişik olan avluda demiştik önceden. Her gün gelip geçen onlarca sığır rahatsızlık veriyordu vermesine ancak sabrediliyordu. Bir gün, Mehmet Ağa'nın hayvanlarından birisi, Filancaoğlu'nun çocuklarından birisini süsünce ve çocuğun bacağı kırılınca, bardak taşıverir. Filancaoğlu Mehmet o gün karar verir. Avlusunu bölüp çevirecektir. İki ineğini ve beş on koyununu satar, dava açar ve mülkünü tescil ettirir. Araya da adam boyu bir duvar çeker.
Bu karar iki Mehmet'in arasını açar. Çünkü bu değişiklik Mehmet Ağa'nın ve ailesinin alıştığı yaşam akışını bozar. Buna, Mehmet Ağa'nın batı çıkışına yakın olan camiye ve kendi adıyla anılan köy odasına ulaşımının güçleşmesi de dahil edilebilir. Artık Kuzey kapısından dolaşarak gidecektir oralara bundan böyle. Bir de, özellikle kadınlar tarafından, 'bir çulsuzun' kendilerine kafa tutması açık düşmanlık sayılır. Savaş bayrağı açılır.
( Devam edecek.)
Mehmet Ağa dört kapıyı boş yere kullanmıyordu. Kapılar, avlunun iç bölüntüleri ve her bir bölüntünün işleviyle ilgiliydi. Örneğin batı kapısına bağlantılı iç bölüntü, büyük baş hayvanların ahırlarını içeriyordu. Kuzey kapısı ve arkasındaki avlu, küçük baş hayvanlar içindi. Güney kapısı, ambarlara ve samanlıklara ulaşmak içindi ve harman kalktıktan sonra pek sık kullanılmazdı bu kapı. Doğu kapısı ise ana kapı sayılırdı. Atlar ve arabalar bu kapıdan girer çıkarlardı. Mehmet Ağa'ya ulaşmak isteyenler de bu kapıyı çalarlardı.
Bu avlu ve kapı yerleşimini, öykümüzle ilgisi nedeniyle anlattım.
Mehmet Ağa'nın serveti nereden geliyordu ve bunu besleyenler nelerdi: Bir kere Allah'ın şanslı kuluydu o. Bu, başkalarının şanssızlığıydı aynı zamanda. Ana ve baba sülalesinden herkes, ortak karar vermiş gibi ve arkalarında varis bırakmadan geçip gitmişlerdi öbür dünyaya. Kendi kardeşleri de bu kavle uymuşlardı sanki. Diyeceğim, dokuz göbek öteden mal kalmıştı ona. Diğer şansı, boyu posu ve hatlarıyla yakışıklı adamdı. Belki bunun da yardımıyla, kendisi gibi boylu poslu ve kendi şansına uygun başka bir şanslı ile de evlenince, temel geniş ve sağlam atılmıştı. Bu temelin üstüne bina edilecek şato için ter ve 'iş bilirlik' gerekiyordu ve o da onda ziyadesiyle vardı.
"Çocuklar açtı; iki teneke buğday için iki dönüm tarla verdim Mehmet Ağa'ya, üstelik bir kere de değil." diye anlatan birisini bizzat dinlemişsem de, servetin sadece bu yollarla büyüdüğünü söyleyemem. En büyük hamlesi hayvancılıktı bence. İç içe bölünmüş koca avlular boşa değildi. Önceden de belirtildiği gibi, ekim-dikim sınırlı, buna bağlı olarak da mera genişti. Ayrıca, hayvanı daha çok olanın tarlası da daha verimli olur. Hayvan gübresi hem güçlüdür hem de etkisi senelerce sürer.
Filancaoğlu'na gelince: Yoksul olduğunu baştan belirtmiştik. Mehmet Ağa ile üç göbek geriden ve ana tarafından akraba oluyorlardı. Avlu ortaklığı oradan geliyordu.
Onun da yolunu tıkayan fazla varis yoktu fakat paylaşılacak mal az olunca paydaş sayısının azlığı da önemli olmazdı. Ayrıca, Filancaoğlu ve kız kardeşi 'dede mahrumu' idiler. 'Dede mahrumu' ne demek bilir misiniz?
Cumhuriyet devrimleriyle gelen medeni hukuktan önce, dedesi sağken babası ölen bir çocuk, dedesinin varisi olamıyordu. Bunlara 'dede mahrumu' denirdi. Dedelerin insafına kalmışlardı. Sağlığında bunlara ne bağışlamışsa dedeleri, sadece o kalırdı ellerinde. Ayrıca kız torunlar daha bir 'mahrum' olurlardı. Genellikle, dede ona sadece evlenme desteği verir, mal mülk bırakmazdı.
İnsanlar, özellikle kadınlar, cumhuriyet devrimlerinin kendilerine sunduğu medeni hakların değerini bir bilseler! Bu öykünün kaleme alındığı bu günlerde, içimden koptu bu çığlık.
Kısacası yaşama şanssız başlayanlardandı Filancaoğlu Mehmet. Kendi yağında kavrula kavrula belli bir kıvama gelmişti. Ancak 'geçinip gidiyoruz işte' kıvamından öte de değildi.
Böyle bir zamanda, öykümüzün ateşini yakan bir olay oldu. Mehmet Ağa'nın büyük baş hayvanlarının ahırları, Filancaoğlu'nun avlusuyla bitişik olan avluda demiştik önceden. Her gün gelip geçen onlarca sığır rahatsızlık veriyordu vermesine ancak sabrediliyordu. Bir gün, Mehmet Ağa'nın hayvanlarından birisi, Filancaoğlu'nun çocuklarından birisini süsünce ve çocuğun bacağı kırılınca, bardak taşıverir. Filancaoğlu Mehmet o gün karar verir. Avlusunu bölüp çevirecektir. İki ineğini ve beş on koyununu satar, dava açar ve mülkünü tescil ettirir. Araya da adam boyu bir duvar çeker.
Bu karar iki Mehmet'in arasını açar. Çünkü bu değişiklik Mehmet Ağa'nın ve ailesinin alıştığı yaşam akışını bozar. Buna, Mehmet Ağa'nın batı çıkışına yakın olan camiye ve kendi adıyla anılan köy odasına ulaşımının güçleşmesi de dahil edilebilir. Artık Kuzey kapısından dolaşarak gidecektir oralara bundan böyle. Bir de, özellikle kadınlar tarafından, 'bir çulsuzun' kendilerine kafa tutması açık düşmanlık sayılır. Savaş bayrağı açılır.
( Devam edecek.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder