Giriş
Malumunuzdur, bu günlerde anayasa değişikliği gündeme oturdu.
Referandumun yasalaşması aşamasında konu meclisin elinde olduğu için ve gelişmeleri görebilmek için bu konuda hiç yazmadım. Şimdi konu halk oylaması haline geldiğine göre, hem kendim için hem de ulaşabildiğim arkadaşlarım için, önümüze konan sorunu kendimce irdelemek istedim. Bu yazının çıkış noktası da bu durumdur.
Bunu yaparken, medya yıldızlarının(!) sık sık ABD başkanlık sisteminden söz etmeleri üzerine, farklılıklardan bahsedilince hemen Türk tipine dönüverilmesine rağmen, ABD başkanlık sistemini inceleme gereksinimi duydum.
Uzun uzun ABD tarihi anlatacak değilim. Gördüğüm, bulduğum ve bildiğim şeyler özetle şunlar:
* Yarı demokratik yarı despotik yönetilen, İngiltere'ye bağlı 13 devlet bağımsız olmak ister fakat İngilter'den de korkmaktadır. Sonunda birleşik (federal) devlet olmak üzere anlaşırlar. (Sonradan bu sayı 52 ye yükselir.)
* Uzlaşmalarına göre: Her devlet iç işlerinde bağımsız olacak. Savunma ve dış ilişkiler federal (tepeden) yürütülecek. Herkesin kendi anayasası ve diğer yasaları olacak (halen de öyledir), federal anayasa ve diğer yasalar ulus devletlerin yasalarının üzerinde olacak. İronik bir örnek vermek gerekirse, birkaç eyalette (onlar ulus devlet diyorlar) halen ırk ayırımını destekleyen anayasal maddeler vardır fakat federal anayasa bunu engellediği için uygulamazlar. Ancak, o maddeleri inadına anayasalarında korumaktadırlar.
* Bildiğim Antep yediğim pekmez misali, onlar da federal yönetim sistemi için İngiliz meşruti krallık sistemini örnek alırlar. Oradaki lordlar kamarası ve avam kamarası karşılığı, senato ve temsilciler meclisi kurarlar. Bir farkla, kral seçmek yerine, seçimle dört yılda bir değişen seçilmiş kral yolunu bulmuşlar ve adına da başkan demişler.
* Benim görebildiğim, bu bizim anayasa değişikliğinde, bizim cumhurbaşkanımıza vermemiz beklenen yetkiler onların 'seçilmiş krallarının' yetkisinden fazla. Bunun karşılığında, 'seçilmiş kral' kadar sorumluluk taşımıyor. Örneğin, senato veya meclisi feshedemiyor ABD başkanı. Önemli pozisyonlara yaptığı atamalarda, örneğin bakanların, yüksek yargıçların ve büyükelçilerin atamasında senatonun mutabakatını aramak zorunda. Kimi pozisyonlara yapılmış atanmışı uzaklaştıramıyor. (Onlarda vali ve kaymakam gibi pozisyonlara atama yok çünkü onlar seçimle gelen kişiler. )
Biz ise özgürce atamalar yapmasına ve işten atmasına izin veriyoruz.
Yargı muafiyeti her iki tarafta var kavram olarak. Senato ve temsilciler meclisinin ayrı ayrı üçte ikisinden fazlası başkan indirilebiliyor. Bizim önerilen sistemimizde beşte üç çoğunlukla yüce divan yargısına gidebiliyor.
Takip edecek bölümlerde size üç başkanın yargıyla yaşadıklarını anlatacağım. Bunu kuvvetler ayrılığı ve denge mekanizmasının önemi nedeniyle ele aldım. İlginizi çekeceğini düşünüyorum. Bunlardan birincisi, başkan Roosewelt'in yüksek mahkeme yargıçlarını sepetleme çabasını, ikincisi, başkan Nixon'un Water gate skandalı sırasındaki çabalarını ve üçüncüsü de başkan Clinton'un Monica Lewinsky davasında düştüğü durumları anlatacaktır.
Uzun uzun ABD tarihi anlatacak değilim. Gördüğüm, bulduğum ve bildiğim şeyler özetle şunlar:
* Yarı demokratik yarı despotik yönetilen, İngiltere'ye bağlı 13 devlet bağımsız olmak ister fakat İngilter'den de korkmaktadır. Sonunda birleşik (federal) devlet olmak üzere anlaşırlar. (Sonradan bu sayı 52 ye yükselir.)
* Uzlaşmalarına göre: Her devlet iç işlerinde bağımsız olacak. Savunma ve dış ilişkiler federal (tepeden) yürütülecek. Herkesin kendi anayasası ve diğer yasaları olacak (halen de öyledir), federal anayasa ve diğer yasalar ulus devletlerin yasalarının üzerinde olacak. İronik bir örnek vermek gerekirse, birkaç eyalette (onlar ulus devlet diyorlar) halen ırk ayırımını destekleyen anayasal maddeler vardır fakat federal anayasa bunu engellediği için uygulamazlar. Ancak, o maddeleri inadına anayasalarında korumaktadırlar.
* Bildiğim Antep yediğim pekmez misali, onlar da federal yönetim sistemi için İngiliz meşruti krallık sistemini örnek alırlar. Oradaki lordlar kamarası ve avam kamarası karşılığı, senato ve temsilciler meclisi kurarlar. Bir farkla, kral seçmek yerine, seçimle dört yılda bir değişen seçilmiş kral yolunu bulmuşlar ve adına da başkan demişler.
* Benim görebildiğim, bu bizim anayasa değişikliğinde, bizim cumhurbaşkanımıza vermemiz beklenen yetkiler onların 'seçilmiş krallarının' yetkisinden fazla. Bunun karşılığında, 'seçilmiş kral' kadar sorumluluk taşımıyor. Örneğin, senato veya meclisi feshedemiyor ABD başkanı. Önemli pozisyonlara yaptığı atamalarda, örneğin bakanların, yüksek yargıçların ve büyükelçilerin atamasında senatonun mutabakatını aramak zorunda. Kimi pozisyonlara yapılmış atanmışı uzaklaştıramıyor. (Onlarda vali ve kaymakam gibi pozisyonlara atama yok çünkü onlar seçimle gelen kişiler. )
Biz ise özgürce atamalar yapmasına ve işten atmasına izin veriyoruz.
Yargı muafiyeti her iki tarafta var kavram olarak. Senato ve temsilciler meclisinin ayrı ayrı üçte ikisinden fazlası başkan indirilebiliyor. Bizim önerilen sistemimizde beşte üç çoğunlukla yüce divan yargısına gidebiliyor.
Takip edecek bölümlerde size üç başkanın yargıyla yaşadıklarını anlatacağım. Bunu kuvvetler ayrılığı ve denge mekanizmasının önemi nedeniyle ele aldım. İlginizi çekeceğini düşünüyorum. Bunlardan birincisi, başkan Roosewelt'in yüksek mahkeme yargıçlarını sepetleme çabasını, ikincisi, başkan Nixon'un Water gate skandalı sırasındaki çabalarını ve üçüncüsü de başkan Clinton'un Monica Lewinsky davasında düştüğü durumları anlatacaktır.
İbrahim durumun vehametini çok güzel özetlemiş. Bizlerin buradaki konuları alıp tek-tek az eğitimlilerin hazmedebilecekleri basitlikte yaymamız gerekir. Bizlere bu özet çalışmayı sunduğu için ÇORBACI'ya tekrar teşekkürler.
YanıtlaSil