29 Temmuz 2016 Cuma

AKLIMA GELDİ - 10: Mutluluk Üzerine

 
MUTLULUK NEDİR ABİDİN?
   Son birkaç haftada yaşadıklarımdan - ve onunla sınırlı kalmadan - aklıma geldi: Üzülecek şeyler de vardı fakat ben mutluydum. Bunu saptayınca, önce kendime sordum Abidin. Bir de sana sorayım:
   Mutluluk nedir Abidin?

   Altı aylık, 'agucuk' çağında bir bebek nelerden mutlu olur? İlk akla gelen şey, fiziksel gereksinimlerinin karşılanması ve gene, fiziksel rahatsızlık veren değişimlerin ortadan kaldırılması olur. Açık bir ifadeyle, karnının doyması, varsa gazının alınması, altının temizlenmesi ve ana rahmindeyken alıştığı sıcak (güvenli) ortamın sağlanmasıdır bunlar.
   İşte bir mutluluk formülü. En temel mutlandırıcılar da bunlar olmalı her yaşta: Temel ihtiyaçların karşılanması ve güvenlik duygusu.
   Büyük olasılıkla, beş yüzüncü göbekten dedem, Orta Asya bozkırlarında tavşan oklarken, bir taraftan beslenme gereksinimini düşünüyor, diğer taraftan da, bir ayı saldırısına karşı etrafı kolaçan ediyordu. Güvenlik içinde, yağlı bir tavşan avladığında kendisini iyi hissederdi. İşte bir mutluluk formülü daha. Öyle bir formül ki günümüze taşıması imkansız. 
   Onun, o günkü mutluluk kaynakları, bebeğinki gibi basitçe dile getirilebilir bir çaptaydı.
   Onun beş yüzüncü göbekten torunu olan benim için durum öyle mi? Keşke öyle olsa. Beklentiler arttı ve çeşitlendi. Bunlardan birisi karşılanıp mutlu olurken insan, olasıdır ki onlarca karşılanmamış beklenti resmi geçit yapar zihninde, mutlu olamazsın diye marşlar söyler.
   Kabul. Biraz karamsar oldu ancak, gerçek gerçektir. Ancak ben gene de mutluyum.
   Telaşlanmaya da gerek yok. Her dürtü, herkesi aynı yönde ve aynı şiddette etkilemiyor. Örneğin 'agucuk' çağındaki bebeğe dönersek yeniden, karnı tok, sırtı pek ve güvenlik duygusu tatminkar olan her bebeğin aynı mutluluk 'agularını' sergilemediğini görürüz..
   Bünyesine bağlanmış üç düğmenin aynı anda basılı olmasıyla, pili bitene kadar kahkaha atan yapma bebek yok karşımızda...
   İnsanoğlunun bebeği, dış koşullar özdeş bile olsa, tepkisi, bırakın özdeş olmayı, benzer bile olmayabilir. Ancak istatistikler ile ortalama davranışlar beklenebilir.
   Bu durum yetişkin günümüz insanı için de geçerli değil mi?
   Varsıl bir adamın eşiyle veya bir arkadaşıyla birlikte, iyi bir restoranda bir akşam yemeğinde, sınırlı bir mutluluk yaşadığı için ödediği para, bir kağıt toplayıcıya sayısal loto ikramiyesi olarak çıksa, hangisi daha mutlu olurdu? Kağıt toplayıcının mutluluğu daha coşkulu ve uzun süreli olur diyebiliriz fakat bu kesin böyledir demek de mümkün değil.
   Dedemin babası ilk demir dingilli kağnısını aldığında, muhteşem öküzlerini de dikkate alarak, Bentley süren bir asilzade gibi mutlu olmuştur. Babamın hayali ise eşkin atlar ve Afyon işi bir arabadır. Gül ve diğer çiçeklerin desenleri ile süslenmiş boyalı bir araba... On dakika önceden duyulur ve tanınırdı. Kendine has sesi kaybolmasın diye sık sık temizlenen çalparalar... Elde etmiş de bunları. Atlar zamanla değişmiş ancak arabayı hatırlıyorum. Arabasıyla gurur duyardı babam. Ben de... Köy düğünlerine giden genç yakınlarımız, babamın arabasıyla ve atlarıyla hava basmak isterlerdi. Sürekli tazelenen bir mutluluk.
   Hal bu iken, anam bir değil iki araba kurarmış, gelecekte bir güne: İki oğlu var. Her birine bir tane ve eve gelişte, koca kapı önünde kavuşulduğunda her nasılsa, kurban kesilecek. Anamın bu hayali hiç gerçekleşmedi. Bundan mutsuz olmadı çünkü oğullarının hayalleri daha çekiciydi. Çiftçiliği değil okumayı seçmişlerdi. Bundan mutlu olmayacak ana, özellikle çiftçi ana var mıdır?
   Mutlulukla hüsran takas edilebilir mi Abidin? Anam etti,  yaşayamadığı hayalin hüsranıyla yaşadığı gerçeğin mutluluğunu takas etti ve epeyce  bir mutluluk kaldı kendisine.
   Hüsranla mutluluk aynı anda yaşanabilir mi? Yaşanıyor. Dedem yaşadı: İlk torununun doğumu muştulandığında çok mutlu olmuş. Kız torun olduğunu öğrenince de "Keşke oğlan olsaydı da okutsaydım." demiş. İki zıt duyguyu iç içe yaşamak değil mi bu? Evet öyle! Ancak, insanın güzel bir huyu var: (Genellikle demeliydim.) Kendisine kötü gelen şeyi hızla geçiştirmek, iyi gelen şeyi de uzatarak tadını çıkarmak. Eminim dedem de öyle yapmıştır.
   Bir sonraki yazımda mutluluğu ölçmeni isteyeceğim senden, Abidin. Sana beş gün süre... İyi hazırlan.
   

27 Temmuz 2016 Çarşamba

AKLIMA GELDİ - 11

 
DEDEM, AY DEDE, ŞEF DEDE
 
"Çocuğunu sevmeyen bir baba bulmak mümkündür. Ancak torununu sevmeyen bir dede bulamazsınız."    Victor Hugo, Sefiller
 
   Dedesiyle birlikte mutlu bir çocukluktu benim çocukluğum. Bir şeyleri kavramaya başladığım yaşlardan itibaren hep vardı yaşamımda. Hatta şimdi bile var. Yaşam biçimim babama benzese de düşünce dünyam dedemledir.
   Dedem de mutluydu tek çocuğunun, kızının, ilk oğluyla birlikte olmaktan. Belki neslini sürdürme içgüdüsü ile geleceğini bende görüyordu. Benimle mutlu olmasa, kasabaya her gidişinde beş yaşında bir çocuğu yanında taşır mı, lokantada yemek yeme adabını öğretip, sokakta yürürken, gözüme çarpan bir şey olduğunda, merakımı gidermenin asil yollarını öğretir mi, orada her buluştuğu arkadaşına, 'Bu benim torun İbrahim.' diye tanıtır mı?
Dede gülümserken Arya ciddi.
   (Nedenini bilmiyorum. O yaşlarda, ne zaman torun sözcüğünü işitsem, zihnim onu 'motur' şekline dönüştürüyordu. O zamanlar, hatta şimdi bile, motur demek traktör demekti bizi oralarda. Kendimi traktör olarak göremediğimden torun sözcüğünü sevmezdim de. Dedem, "Torun, son peteğin balıdır. Sen balsın." dedikten sonra sevdim.)
  Zaman değişti. Koşullar farklı. Arya'ya benim yaşadığım
dede-torun birlikteliğini yaşatmam mümkün değil. 'Skype' üzerinden görüşmekle el ele tutuşmak bir mi? Yıl içindeki kısa birliktelikler ne kadar yeterli anı biriktirmek için.
   Arya altı aylıktan beri Hollanda'da kreşte. Kendi yaşıtları
ile Hollanda dilini geliştirmiş. Evde de Türkçeye pek zorlanmadığı
Hala gelince güller açıldı.
anlaşılıyor. Bu nedenle Türkçe biraz geri kalmış. (Ancak anlaşmakta da sıkıntı çekmedik.) Öğrenmeye açık. Duyduğunu tekrarlamasından ve sırası gelince kullanmasından anlaşılıyor.
   Beni salata yaparken gördüğünde 'şef dede' oldum.
   Gün batımından sonra, ajanda gereği ona çocuk parkını göstermemek için, gökte tatlı tatlı  ışıldayan ay gösterildi. Babaannesi "Bak Arya ay dede."  dedi. Bu arada o, ay dedeye şef dede ekledi. "Dede, ay dede, şef dede..." diye birkaç kez tekrarladı arabanın arkasından, benim tepkimi alıncaya kadar.
   Onun için yaşına uygun (14 inç jantlı) bisiklet aldık gelmeden önce, iki tekerli ancak yandan takviyeli. Üç tekerliden deneyimi olduğundan, o akşam çok sayıda sekiz çizdi balkonda. Ayrıca, gece birden sonra uyanıp birkaç tur attı. (Dedesi de ilk bisikleti alındığında, gece uyanıp bisikletini seyretmişti. Dede o zaman on üç yaşındaydı.)
   Gelmeden önce, 'Dede bana at al. Beyaz at...' yarenliği vardı. Hem de canlısı olacaktı. Gelince bu konu hiç açılmadı. Gelmelerine yakın bir zamanda, bindirildiği midillinin burnundan çıkardığı ses nedeniyle at listeden çıkarılmış.
   Dedemle böyle birkaç çerçeve ve belleğimden öte, yazılmış birkaç satır olsun isterdim. Ne yazık ki yok. Hatıralarla yetinmek zorundayım.
   Bu satırları, belki gelecekte Arya'nın işine yarar diye yazdım.
   "Torun oğul balı gibi tatlıdır İbrahim Bey oğlum." demişti Nadir Bey, Cumhuriyet gazetesinin kelime bulmacasını çözerken kullandığı büyüteci masanın üstüne koyarken ve gözleri yaşlı...
Haklısınız Nadir Bey amca. O zaman anlamamıştım; şimdi çok iyi anlıyorum. Işıklar içinde uyu ey saygıdeğer insan.
 
 

 

22 Temmuz 2016 Cuma

UÇAK - 9

 
SONUÇ
 
   Bu tür yazılarda sonlandırmak başlamaktan zordur. Ayrıca, her sav ve bulgu tartışılabilir.(Biraz da tartışılsın istiyorum.)
   Bir anımla başlamak istiyorum sonuca giderken.
   1980 yılına yaklaşırken, özel bir nedenle yaklaşık üç haftada bir köye gittiğim bir dönemde, bir büyüğüm yeni aldığı tırpanın üstündeki yabancı dildeki yazıyı gösterdi ve "Komutan, ne yazıyor burada?" dedi. Avusturya'da yapılmış dövme çelik bir tırpan demek olduğunu söyledim. Bana renksiz gelen bir 'ha' ile kapatmıştı konuyu.
   Bir diğer gidişimde, 'kendi uçağını kendin yap' konusunu açtı. "Uçağımızı tamamen yerli yaparsak, kimse bize ambargo koyamaz, değil mi?" dedi.
   Kendi içimdeki ve onun içindeki hevesi söndürmemeye özen göstererek yanıtlamak istiyordum fakat 'tamamen' diye vurgulamasını da yanıtsız bırakmak istemiyordum.
   "Biz bir savaş uçağını tamamen yerli yapabilsek ambargo diye bir korkumuz olmazdı. Çünkü böyle bir ülkeye, uçak yapmasa bile, kimse ambargo koymayı düşünemezdi. " dedim.
   Tırpan ile ilgili bilgiyi yazmıştı kafaya. "Demek ki önce tırpan." dedi.
   'Önce tırpan' sözünün haklı yanı var. Biçerdöver veya traktör bir yana, tırpanın üretilmediği ülkede uçak yapmak, hem de tamamen! Akla aykırı.
   Bu 'tamamen' sözü de açmazlar taşıyor içinde. Adını anımsayamadığım birisi, " Sıfırdan elmalı turta yapmak, evreni yeniden kurmaktır." demişti. Yakın gelecekte elmalı turta elde etmek için elma almalısınız. Çok sevdiğiniz elmalı turta için, elma tedarikinde bir risk hissediyorsanız, 'sıfırdanı' bırakıp, bilinen bir elma cinsinin fidanını elde etmek - ve arada elmasız kalmamanın yollarını da kollayarak - en kısa sürede elma ağacınızı yetiştirmelisiniz. Bu arada, elma peşinde koşarken buğdayı ihmal ederseniz, turtadan önce ekmekten mahrum olursunuz.
  
   Mesele onun dediği kadar düz olmasa da bu sözde gene de bir öz vardı: Bağımsız (veya ona yakın) bir savaş uçağı yapımı güçlü ve bağımsız bir ekonomi ile mümkündür ancak. 
   Aksi halde, dış yaptırımlardan korunmak için, ekonomiyi zorlayarak girişilse bile, biçim ve kapsamı farklı başka yaptırımlar da olabilir. Yaptırımın adı illa ambargo olmak zorunda da değil. Lisanslarla, yurt içinde üretilemeyen malzeme veya sistemlerle bağımlı bir üretim, hele bir de finansal bağımlılığı olan bir ülkede, yaptırımdan kurtulmuş sayılabilir mi?
   Bağımsız ekonomi önemli çünkü ekonomisi bağımsız olmayan bir ülkenin bağımsız siyaseti de olamaz. Savunma sanayiinin siyasetle iç içeliğini tekrar vurgulamakta yarar var.
   Küresel koşullarda tamamen bağımsız ekonomi olabilir mi? Bu  da tartışılabilir. Ekonomik yapıyı belirleyen siyaset (Gene siyaset(!)) ülke ekonomisinin ne oranda küresel ağa bırakılacağına iyi karar vermelidir. 
   Güçlü ekonomi derken de finansal, bilimsel, teknolojik ve yönetsel etkinlikten ve üretkenlikten söz etmek istedim.
   NATO'nun havacılık araştırma ve geliştirmelerinde istişare heyeti sayılabilecek AGARD'ın İtki (Propulsion) paneline katıldığım yıllarda, tartışılan konular hep içimi kanatmıştır. Bu kanamanın nedeni, araştırma ve geliştirmede 'bir hiç' seviyesinde olduğumuzu görmemdi. Orada örneğin, türbin sıcaklığını beş on derece daha yükseltecek malzeme seçenekleri ve araştırmalar tartışılırken, biz konuya çok uzaktık. O kadar uzaktık ki o panellere katılmamızı bile NATO finansmanı sağlıyordu; kurumlarımızın bütçesine giremiyordu bile.
   Bunu şunun için yazdım: Bilim ve ARGE tabanı olmayan bir ülke, bu alanlarda başat hedeflere soyunamaz.
   Hep bardağın dolu tarafından söz ederek güllük gülistanlık bir hava yaratanların yanında bardağın boş tarafından söz edene de ihtiyaç var. Üstelik öyle bir bardak ki siz doluluğu bir parmak yükseltirken o iki parmak derinleşiyor.
   Bu meselede duygulara yer yok. Akıl (yani hesap) ve vizyon önde olmalıdır.
  

8 Temmuz 2016 Cuma

UÇAK - 8

 
YAPMIŞTIK
   Sık sık dile getirilir: 1930'larda biz uçak yapmıştık. Bu doğru. Güzel adımları anmakta yarar var ancak, bunu yaparken, gelecek ve gerçek gözden kaçırılmamalı.
   Biz o yılları anarken, Polonyalılar da sık sık "Biz uçak geliştirmiştik. Hatta Türklere lisans satmıştık." diyor olabilirler. Gerçekler bağlamında bir değeri var mıdır bunun?
   Biz uçak sanayisini başlatmıştık amma NATO'ya girince ABD uçaklarını alıp kendi sanayimizi öldürdük tezi de vardır. Bu tez de yanıltıcıdır çünkü yaptığımız şeyler aldığımız şeylerin eşiti veya benzeri değildi ki.
   Aşağıda birinci dünya savaşı öncesi Almanların kullandığı bir uçağın ve onun sağında 1940 larda Etimesgut'ta üretilen uçakların resmi var. Yirminci yüzyılın başında yapılan uçakla aynı yüzyılın ortalarında yapılan uçak arasındaki teknoloji farkı çok yüksek değildir ve gelişme küçük adımlarla olmuştur. Bu dönemde, uygun bedellerle lisans alıp sınırlı sayıda eleman eğiterek bir 'teknoloji adası' yaratmak mümkündü.
   İkinci dünya savaşının ve takip eden soğuk savaş döneminin etkisiyle, apayrı bir teknolojiden doğan jet uçakları ( gaz türbin itkili uçaklar) doğmuştur. Doğum ve gelişme çok hızlı olmuş ve durmadan yeni teknolojiler entegre edilmiştir. Bu hızlı ve radikal değişimlere, bizim gibi ekonomisi ve bilimsel-endüstriyel yapısı zayıf olan ülkeler ayak uyduramamış ve tamamen alan dışı kalmıştır. Artık 'teknoloji adası' yaratmak mümkün değildir. Ülke çapında yaygın endüstriyel ve bilimsel yeterlilik ile daha çok sayıda yetişkin teknik ve idari personel gereklidir. Ve de finans...
   Sözün özü: Gelişmiş ülke olmak gerekir.
Etimesgut'ta üretilen uçaklar, 1950 öncesi


1917 de Alman uçağı

   Dolayısıyla, oradan hareketle buraya gelebilirdik iddiası  isabetli bir tez değildir. Çünkü arada teknolojik bağ yoktur.
   'İkisi de araba. Tekerlekli araç. Dün at arabası yapıyorduk. Öyleyse bu gün de otomobil de denen motorlu arabayı yapabiliriz.' gibi bir tez sağlıklı olabilir mi? Ne teknolojik, ne ham madde, ne yan sanayi, ne bilgiler ve ne de beceriler açısından bir bağ var. Yani, o teşebbüsten kalan bir teknolojik miras yok. Çünkü, ikinci Dünya savaşı ile birlikte, tamamen farklı ve tamamen yeni teknolojiler ve sistemler yürürlüğe girmiştir.
   Günümüz uçakları için, tedarik etmek zorunda kalınacak geniş bir malzeme ve sistemler olduğu belirtilmişti. Geçmişte yaptığımız uçaklarda da satın alınarak entegre edilmiş önemli parça ve sistemler vardı ancak az sayıdaydı.. Demek ki işin bu özelliği pek değişmiyor ancak kapsamı giderek büyümekte. Bu geniş tedarik ağının bizim ölçeğimizde bir ekonomi içinde tamamen yerlileştirilmesi mümkün değildir.
   (Devam edecek.)
   

4 Temmuz 2016 Pazartesi

UÇAK - 7

 
PENTAGON
   ABD, askeri teşkilatlanmada devrin Alman düzeninden yararlanmıştır. Özellikle sistem geliştirme ve tedarik yöntemlerini öğrenmek üzere irtibat subayları göndermiştir. Zamanla 'boynuz kulağı' geçmiştir.
ABD Savunma Bakanlığı
   Yaygın olarak bilinen adıyla Pentagon, yani ABD Savunma Bakanlığı, bizdeki Milli Savunma Bakanlığı ile Genel Kurmay Başkanlığı'nın karışımıdır. (ABD Genel Kurmay Başkanı, ABD ordularının başkomutanı değildir. Başkomutan olan Başkan için çalışan kurmay heyetinin başıdır ve sanırım savunma bakanına rapor verir.) Silah sistemlerinin idamesi kısmen kuvvetlerin sorumluluğuna bırakılmıştır. Sistemlerin geliştirilmesi ve tedariki Pentagon'un sorumluluğundadır. Bu açıdan, silahlı kuvvetlerin endüstri ile yüzleşen yanıdır ve kuvvet komutanlıkları ile organik bağı yoktur.
   Bütün sistem geliştirme projeleri pentagon tarafından yürütüldüğü için, kamu kaynaklarının şirketlere araştırma ve geliştirme (ARGE) fonu olarak dağıtılması da Pentagon marifetiyle yapılmaktadır.
   ABD sisteminin muhalifi olan amerikan düşünürleri, özellikle askeri havacılık sektörünün ve bu sektörü destekleyen temel sanayi alanlarının kamu desteği (ayni veya mali) olmadan ayakta duramayacağını iddia ederler. Özellikle soğuk savaş döneminde şirketlere aktarılan ARGE fonları sayesinde, yüksek teknoloji şirketlerinin risk yaşamaksızın karlarını maksimize ettikleri ve Afgan dağlarındaki mağarada saklanan El Kaide liderinin ABD'nin haberi olmadan kahvesini yudumlayamaması veya Kennedy Hava Limanı girişinden giriş yapan bir Arabın zihninin uzaktan okunması gibi projeler için, bilişim ve robotik şirketlerine aktarılan kamu fonları, 'eti senin kemiği benim' türü bir pentagon harcamasıdır, kamu zararıdır denmektedir.
   (Pentagon üzerinden kamu kaynağı dağıtmanın eleştirilmesi üzerine, futuristik sektörlere kaynak aktarmak için Ulusal Standartlar ve Teknoloji Enstitüsü'nü de kurmuşlardır.)
   Bir görev kapsamında, F-16 üreten General Dynamics'in Teksas'daki tesislerini ziyaret ettiğimizde, Yönetim binasının gösterişli girişinde gösterişli bir pirinç pano gördüm. Üstünde "Bu bina ABD Hava Kuvvetleri'nin malıdır." yazıyordu. Bunula ilgilenişime dikkat eden ilgili kişi, "Biraz sonra göreceğin hangarlar da..." dedi. Sözü edilen hangarlar, çeyrek mil uzunluğunda, birbirine paralel iki hangardı. Hatlar 'devlet donatısı' olan makine ve teçhizatla doluydu.
   Dünya üzerindeki başatlığını korumak için ABD'nin nasıl kaynak aktardığını hikaye ettim. Üretilen teknolojinin bedelinden diğer ülkelerin de nasiplendiği malumdur. 
   Benzer şekilde ve benzer alanlara kaynak aktaran Sovyet sistemi, bu kaynak transferlerinin halkın refahını kemirdiği fark edilince çökmüştür.
   Daha önce, Avrupa devletlerinin ulusal projelerde neden dikkatli davrandığını belirtmiştim. Almanya'dan söz ettim zaten. Buna diğer önde gelen ülkeleri de dahil edebilirim. Ayrıntıya girmeyeyim. İngiltere Harrier'lerden sonra bir hamle yapmadı. İsveç Vigen'lerde ileri gidemedi. Ortak üretimleri Tornadoyu neredeyse hiç satamadılar. Kendi filolarına kattıklarının sayısı da bini bulmadı.
(Devam edecek)
   

1 Temmuz 2016 Cuma

UÇAK - 6

 
ALMANYA'DAN BAKIŞ
   Münih ana istasyonunda metro peronunu şaşıran esmer ve kavruk bir Türk, peronun birinde gördüğü üniformalı birinin omzuna dokunur ve "Düüt allah." der, işaret dili eşliğinde. Muhatabı önüne düşer ve Allach ( okunuşu allah ) yönüne gidecek trenin peronuna götürür. 
   Bir grup teknisyenle birlikte, Münih'deki MTU tesislerinde bulunduk bir süre. Allach semtinde bir otelde kalıyorduk. Yol soran kişi de bizden birisiydi. Şehir merkezinden otele dönmek istiyordu.
   MTU (Motor ve Türbin Şirketi) ağır hizmet dizelleri üretiminde Dünya liderlerindendir. Tanklar, gemiler, trenler ve jeneratör grupları için dizel motorlar geliştirir ve üretir. Bu şirket, aynı zamanda, Almanya'nın en büyük (ve ölçeğinde tek) gaz türbin şirketidir.
   Biz de gaz türbin tiplerinden birisi için oradaydık.
   Bir salonda, sergilenen motorlar, motor kesitleri ve başka görseller vardı. MTU'nun üretiminde veya geliştirilmesinde görev aldığı motorlardan bahsediliyordu. Diğer Avrupa ülkeleri ve ABD ile ortak projelerde görev almışlar.
   Hiç bir motorun tamamını üstlenmemiş fakat, katıldığı projelerde aldığı görevler eklenebilse, toplamı bir motoru tamamlardı. Değişik zamanlarda gaz türbininin her bileşeniyle uğraşılmış demekti bu. (Önceki bölümde, motorun sıcak kısmı veya soğuk kısmı gibi bir açıklama yapmıştım.) Bir projede soğuk kısmın şurasını, bir diğerinde burasını üstlenmişti örneğin. Aynı şey sıcak kısım parçaları için de geçerliydi.
   Benim bu gözlemden çıkardığım şudur: MTU ( belki de devletin planı dahilinde) motorun tamamında geliştirme ve üretim alt yapısını test etmiştir böyle bir girişimle.
   Uçağı oluşturacak her sahada da böylesine bir yapılaşma vardır kanaatimce. Almanya'nın katıldığı ortak girişimler de bunun kanıtı. MBB ve Dornier gibi iyi bilinen uçak şirketlerini ve katıldıkları projeleri gözden kaçırmamalıyız. Alfa Jet, Tornado, Transal (C-160) ve M-400 gibi askeri ve Airbus gibi sivil havacılık ürünleri...
   İnanıyorum ki, Almanya, çok az (veya hiç) dış tedarikle uçak yapabilir. Ancak yapmıyorlar. Ortak üretimlerle, başkaları ile birbirine kaynak ola ola, ekonomik ve siyasi bağlar geliştire geliştire, sivil veya askeri projeleri, ekonomik ve siyasi güç haline getiriyorlar. Devletlerin bu sıralarda etkin rol aldıkları muhakkak. Ekonomik kalkınma öncelikli hedef.
   MTU'nun içinde bir de BWB irtibat ofisi vardı.
   BWB, federal tedarik birimidir, yani Savunma Bakanlığının bir parçasıdır. Bütün sistem geliştirme ve sistem satın alma işlemleri, F. Almanya devletinin bu kurumu tarafından yapılıyor. Sürekliliği olan ve uzmanlaşmış birimlerden oluşan bu kuruluş, uzun dönemli planları da daha isabetli yapabilme durumunda.
   Hikâye ettiğim bizim 2,75 inçlik roket imalatı projesi orada olsaydı, Alman hava kuvvetleri operasyon plancıları uzun dönemli ihtiyaç projeksiyonunu yaptıktan sonra, bu sistemin satın alınmasına veya Almanya'da imal ettirilmesine BWB'nin roketler birimi karar verecek ve bu kararı uygulayacaktı. Ve doğası gereği bu birimler, uzmanlık alanı farklı olan, kariyer hedefleri ile projelerin gerçekleşme adımları uyuşmayan ve daha katı hiyerarşik karar alma süreci içinde olan askeri birimlerden daha isabetli kararlar alacaktı.
   ABD'nin Pentagonu da aynı esaslarda çalışır. İmparatorluklar döneminden gelen BWB yapısını,  ABD, kuruluş döneminde, pentagonu organize ederken örnek almıştır.
   Her iki kuruluş da gereken uzmanlık alanlarında askeri personel de çalıştırır.
(Devam edecek)