Gündüz Düşü
Hep birlikte büyük bir salona geçtik. Kimse kimsenin nefesini ve kokusunu duymayacak kadar geniş olan ve sanırım, amaca uygun tasarımı, döşemi ve iklimlendirmesi de bulunan bir salondu düş odası. Hiç unutamadığım bir zemin kaplaması vardı: Çimen yeşili renkte ve uzun havlı halı.
"Şimdi hedefimiz hızla kendimize, kendi geçmişimize yoğunlaşıp en mutlu anı yakalamak. Bunu geleceğe yönelen hayaller kurarak da yapabiliriz fakat bu birincisinden daha zordur." dedi uzman moderatör. "Seçim sizin."
"Şimdi hedefimiz hızla kendimize, kendi geçmişimize yoğunlaşıp en mutlu anı yakalamak. Bunu geleceğe yönelen hayaller kurarak da yapabiliriz fakat bu birincisinden daha zordur." dedi uzman moderatör. "Seçim sizin."
İnsanın ne kadar çok mutlu anı varmış ve onların içinden birisini seçip öne çıkarmak da ne zormuş. (Bu zorluğa karşı uyarılmıştık zaten. "Film şeridi gibi döndürün belleğinizde, en son takıldığınız dönem, sizi en çok rahatlatanı olacaktır." dendi. "O an, içinde sizi gerecek hiç bir unsur taşımayan bir andır; sadece huzur verici bir güzellik veya hoşluk...")
İnsan bellek defterini açtığında, nedense, sondan başlayarak okuyor. (Belki de bellek defterine defterin sonundan başlanarak kaydediliyor anlar.)
Yakın geçmişte başarıyla tamamladığım bir projenin mutluluğu çıktı hemen öne. Fakat, hemen arkasından bir itiraz geldi: "Ben varım. Beni tamamladığında da çok mutluydun ve üstelik üstün hizmet ödülü kazandırdım sana. Katmerli mutluluk!" Tamamladığım başka bir projenin sesiydi bu.
İşle ilgili mutluluk anlarını atlamalıyım diye düşündüm. Mutlu anların gergin anlarla kuşatılmış olduğu bir gerçekti.
İşle ilgili mutluluk anlarını atlamalıyım diye düşündüm. Mutlu anların gergin anlarla kuşatılmış olduğu bir gerçekti.
Çocuklarım geldi aklıma. Her birinden mutluluk akıyordu yüreğime. Fakat onları da birbirinden ayıramazdım. Farklı açılardan değerliydi her biri. Ayrıca, çocuk yetiştirmek öyle çocuk oyunu gibi bir şey değildi. Bir sayfa daha çevirdim defterden.
Derken, evlilikle ilgili sayfa geldi önüme. Büyük mutluluktu fakat iki kişilikti. İki kişinin birlikte elde ettiği bir şeydi ve bir anlık değildi. Uzayıp giden bir zamandı; acısıyla tatlısıyla.
Gerek evliliğin ve gerekse çocuk yetiştirmenin anılmasının, mutluluk veren pek çok anları vardı fakat doğal olarak, içinde gerginlikler de taşıdığı bir gerçekti. Her ikisinde de anılması sıkıntılı olan diretmeler ve ödünler vardır.
Gene sondan geriye giderek, sıralı okullardan mezuniyetlerim üzerinde düşündüm bir an. O kadar derin iz bırakmadıkları görüldü. Örneğin, bir tören paketi içine bile girmemişti hiç birisi. Sadece bir süre sonra mezuniyet belgesi almakla noktalanıyorlardı.
Gide gide çocukluğumdaki bir ana takıldım kaldım. Bu an ne ilk bisikletimdi ne de öz yapım (self made) çemberimdi. Ne de başka bir nesne... Bir bahar havasıydı yüzümü okşayan, burnumu sızlatan.
Ilık bahar havasının savurduğu doğa kokusu... Bir anda su papatyası ve su nanesi kokusu sardı her yanı. Ve su şırıltısı... O anda, orada...
Sulama ve drenaj kanalları henüz dilim dilim bölmemişti ovayı. Bahar gelince, bahar yağışlarının ve kar sularının beslediği çaylar ve dereler coşardı. Derelerin kenarında su papatyaları şahlanır, görece çukur olan bölgelerde gölcükler oluşur ve bu gölleri su papatyaları kaplardı. Çayırlar yeşerir, papatya sarısı ve çimen yeşili yarışırlardı olabildiğince. Rengin, kokunun ve doğal seslerin insanı kendinden geçiren yarışmasıydı bu.
Bir de hayal yolunu denemek istedim. Çayırları bırakıp Kaz Dağlarına gittim (gitmeye çalıştım). Bir yolculuktan kalma bir takıntıydı bende bu: Kaz Dağlarının Ege'ye bakan yamacında, çamlar arasında bir ev. Bu evin verandasında Güneşin sulara batışını izlemek... Zorladım kendimi fakat ne çam kokusu duyabildim ne de deniz kokusu. Martı sesi bile yoktu. Beyin, deneyimleri arasında olmayan şeyleri belleğe almıyor anlaşılan. Huzursuz oldum ve çayırlara döndüm tekrar. Kısa sürede su nanesi kokusu sardı ortalığı ve arkadan diğer duygular.
Moderatörün kendine has zili ile döndük gerçek yaşama.
"Aranızda daha ilk deneyişinde huzuru yakalayanlar var. Anlattığım doğrultuda tekrarlarsanız çoğunuz huzuru yakalayacaktır. Hiç bir zaman yakalayamayanlarsa kendilerine dikkat etsinler ve hekim yardımı alsınlar." diye bağladı oturumunu.
Gündüz düşü deneyimine katılanlardan ben dahil birkaçıyla özel görüşme yaptı ruhbilimci olan moderatör. "Bu görüşme benim bilim adamı yanımla ilgili, yürüttüğümüz oturumla ilgisi yok. İstemezseniz sorularıma veya bir kısmına yanıt vermeyebilirsiniz." diye açıkladıktan sonra bana sordu: "Bir ara, önce rahatlamış olan yüz hatların bir süre kasıldı. Belli ki huzurun kaçtı. Özel değilse, ne oldu o ara?"
Çayırı bırakıp dağ yamaçlarında kıvranışımı anlattım ayrıntıya boğmadan. Olmayınca döndüm dedim.
Belli dedi, "tekrar rahatladı yüz hatların." Ancak diye sordu: "Ben zili çaldığımda, hatta o nedenle biraz erken çaldım, sen hala huzurluydun fakat kıvranıyordun. O niçindi?"
Kısa bir duraksamadan sonra anlattım.
Bir gölet ile dereyi (biz arık derdik) bağlayan küçük çay dediğimiz bir çay vardı. Yer yer üstünden atlanacak kadar daralırdı yatağı. Bir ara bir oyun tutturmuştuk arkadaşlarla aramızda: Kim bir yakadan öte yakaya işeyebilir. Çocukluk işte!
"Çok dalmış olmalıyım geçmişe. Çayın suyu paçamdan akacaktı neredeyse. Uyandırıldığıma ben de memnun oldum aslında; büyük bir utançtan kurtuldum. Siz de memnun olmalısınız. Çünkü, Enstitüyü halı değiştirme masrafından kurtarmış oldunuz." dedim.
O gün kuş gibi, tüy gibi hafif hissettim kendimi.
O yıllarımı ne kadar özlerim bir bilseniz!
Ilık bahar havasının savurduğu doğa kokusu... Bir anda su papatyası ve su nanesi kokusu sardı her yanı. Ve su şırıltısı... O anda, orada...
Sulama ve drenaj kanalları henüz dilim dilim bölmemişti ovayı. Bahar gelince, bahar yağışlarının ve kar sularının beslediği çaylar ve dereler coşardı. Derelerin kenarında su papatyaları şahlanır, görece çukur olan bölgelerde gölcükler oluşur ve bu gölleri su papatyaları kaplardı. Çayırlar yeşerir, papatya sarısı ve çimen yeşili yarışırlardı olabildiğince. Rengin, kokunun ve doğal seslerin insanı kendinden geçiren yarışmasıydı bu.
Bir de hayal yolunu denemek istedim. Çayırları bırakıp Kaz Dağlarına gittim (gitmeye çalıştım). Bir yolculuktan kalma bir takıntıydı bende bu: Kaz Dağlarının Ege'ye bakan yamacında, çamlar arasında bir ev. Bu evin verandasında Güneşin sulara batışını izlemek... Zorladım kendimi fakat ne çam kokusu duyabildim ne de deniz kokusu. Martı sesi bile yoktu. Beyin, deneyimleri arasında olmayan şeyleri belleğe almıyor anlaşılan. Huzursuz oldum ve çayırlara döndüm tekrar. Kısa sürede su nanesi kokusu sardı ortalığı ve arkadan diğer duygular.
Moderatörün kendine has zili ile döndük gerçek yaşama.
"Aranızda daha ilk deneyişinde huzuru yakalayanlar var. Anlattığım doğrultuda tekrarlarsanız çoğunuz huzuru yakalayacaktır. Hiç bir zaman yakalayamayanlarsa kendilerine dikkat etsinler ve hekim yardımı alsınlar." diye bağladı oturumunu.
Gündüz düşü deneyimine katılanlardan ben dahil birkaçıyla özel görüşme yaptı ruhbilimci olan moderatör. "Bu görüşme benim bilim adamı yanımla ilgili, yürüttüğümüz oturumla ilgisi yok. İstemezseniz sorularıma veya bir kısmına yanıt vermeyebilirsiniz." diye açıkladıktan sonra bana sordu: "Bir ara, önce rahatlamış olan yüz hatların bir süre kasıldı. Belli ki huzurun kaçtı. Özel değilse, ne oldu o ara?"
Çayırı bırakıp dağ yamaçlarında kıvranışımı anlattım ayrıntıya boğmadan. Olmayınca döndüm dedim.
Belli dedi, "tekrar rahatladı yüz hatların." Ancak diye sordu: "Ben zili çaldığımda, hatta o nedenle biraz erken çaldım, sen hala huzurluydun fakat kıvranıyordun. O niçindi?"
Kısa bir duraksamadan sonra anlattım.
Bir gölet ile dereyi (biz arık derdik) bağlayan küçük çay dediğimiz bir çay vardı. Yer yer üstünden atlanacak kadar daralırdı yatağı. Bir ara bir oyun tutturmuştuk arkadaşlarla aramızda: Kim bir yakadan öte yakaya işeyebilir. Çocukluk işte!
"Çok dalmış olmalıyım geçmişe. Çayın suyu paçamdan akacaktı neredeyse. Uyandırıldığıma ben de memnun oldum aslında; büyük bir utançtan kurtuldum. Siz de memnun olmalısınız. Çünkü, Enstitüyü halı değiştirme masrafından kurtarmış oldunuz." dedim.
O gün kuş gibi, tüy gibi hafif hissettim kendimi.
O yıllarımı ne kadar özlerim bir bilseniz!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder