Kardan Adam - Heykel
Güzel kar yağmıştı. Okul da tatildeydi.
Böyle bir durumda çocuklar ne yapar: Kardan adam. Biz de öyle yaptık. Çayıra kadar gitmeye bile gerek kalmamıştı. Bizim avludaki kar yeter de artardı.
Bildiğiniz gibi, kar kütlelerini üst üste yığarak, bostan korkuluğu şekilli sıradan bir kardan adam yaptık. Boyu boyumuzu aşacak kadar bir şeydi ortadaki kardan adam. Bulduğumuz ilgisiz bir malzemeden burun yaptık. (Kardan adama havuç harcayamazdık.) Küllükten göz uydurduk.
Dedim ya! Bostan korkuluğu gibi bir şeydi eserimiz. Anatomik yapısı açısından, okul öncesi çocuğun çizdiği baba resmi gibiydi bir başka açıdan. İlk okulu bitirmeye az kalmış, resim nedir, heykel nedir az çok bilen birisi vardı ve bu acayip şeyi kabullenememişti. O bendim.
"Ben heykel yapacağım." dedim. Kardan heykel.
"Kar toplayın." dedim çevremdeki yaşıtlarıma ve küçüklerime. Ben eve girdim. Niyetim heykeltıraş aletlerini getirmekti. Mutfak bıçağını, maşayı ve çamaşır tokacını alıp geldim.
Tayfa yeterli miktarda kar toplamıştı başlamak içim. Kar topaklarını üst üste yığarak ve belli aralıklarla, çamaşır tokacıyla vurarak yığını sıkıştırdım; kabaca şekil de verdim yığına. Sıkı olmazsa düzgün tıraşlanamayacağını hissettim her nasılsa. Belki de önceki basit denemelerimde oluşmuştu bu fikir. Bir metre kadar yükseklikte silindiriğe yakın bir kar kütlesi vardı şimdi önümde.
İnsanın yaşamında sayısız ilkler vardır. Yapmadan bilemezsiniz yeterliliğinizi veya yetersizliğinizi. Sorunlarla ve güçlüklerle boy ölçüşmek gerekir bunun için. Ölçmeden bilemezsin. Ne mutlu bana ki kendimi sınadığım pek çok 'ilk' sırasında, karşıma 'olmaz' diye dikilen büyüklerim olmadı. Şunu şöyle yap diyen de pek yoktu ancak yapma diyen de olmadı. Yeter ki sonunda bir tehlike görmesinler.
Heykel tıraşlamak da denenebilirdi.
Maşayı kaba tıraşlamada, bıçağı da son tıraşlama ve düzeltmede kullandım.
Kömür parçaları getirdiler arkadaşlar. Göz yapayım diye. Ben onları ceket düğmesi yerine kullandım. Ceket yakasına gül takmak istedim ; olmadı. Malzeme gül yapmaya uygun değildi, o mevsimde de gerçek gül bulunmazdı.
Göz yerine de at koşumlarından kestiğim iki mavi boncuğu kullandım. Kendi gözlerimden mi Atatürk'ün gözlerinden mi esinlendim bilmiyorum. Öyle istedim.
Göz yerine de at koşumlarından kestiğim iki mavi boncuğu kullandım. Kendi gözlerimden mi Atatürk'ün gözlerinden mi esinlendim bilmiyorum. Öyle istedim.
Son düzeltmeleri de yaptığımda eserimle mutluydum. Bu sert havada birkaç saat ayakta kalabilirdi. Sonuçtan heyecanlanan sadece ben değildim. Kardeşim koşup çağırmış anamı ve ablamı. Anam "Çok güzel olmuş." dedi. "Essah gibi." Ablam bana takıldı her zamanki gibi: "Kendine benzetmişsin." dedi.
Bundan cesaret alan ben. Eserimi köy odasının önüne taşımaya karar verdim. Hem herkese açık, daha önemlisi aile büyüklerine açık bir sergileme olacaktı böylece. Üçe kesip taşıdık. Malzemeyi kaynatmak kolaydı nasıl olsa.
Heykelimi pencereden gören birisinin etkisiyle, önce bir kaç ayrı baş görünüp kayboldu pencereden. Sonra dışarıya çıkıp baktılar. Bakışlar ve sözler olumluydu. Sonra, yabancı bir sakal göründü kapıda. Kısa bir an durakladı. Sonra, dedeme dönerek, "Torununun terbiyesini ver." dedi. "Bilmez misin? Heykel caiz değildir."
Dedem usulünce içeri davet etti sakalın altındaki kola girerek. Bana da, arkasına dönmeden, boştaki eliyle işaret etti. İşaretin yık anlamına mı yoksa taşı demeye mi geldiğini anlayamadım. Anlamama da gerek kalmadı. Ham sofunun birisi bir tekmede devirdi heykelimi.
Bir günahtan kurtuldum diye sevindim mi yoksa eserimin yıkılışına üzüldüm mü bilmiyorum.
Ama, gözlerim niye yaşarmıştı dağılan karın arasından mavi boncukları alırken?