9 Eylül 2017 Cumartesi

Yürek Teli Gergin Olur -2

 
Her Gündüzün Gecesi, Her Gecenin Sabahı
Kaderde yalnızlık da varmış.
       Yıllar öyle böyle geçer. Günler ve geceler birbirini kovalarken yıllar geçiveriyor. İlkokul bitmiş; ortaokul başlamıştır. O yılların koşullarına göre, kasaba civarında bir öğrenci evinde (odasında) yalnız yaşamak demektir bu.
       Yaratıcılığın anası gereksinimdir sözü boşa değildir. Günlük gidiş gelişi olanaksız köylerin çocukları kasabaya okumaya gelirse nerede kalacak? Onların da kafalarını sokabilecekleri bir örtü altı gereklidir. Kasabalılar, bahçelerinin bir kenarına, kendi mahremiyet ihtiyaçlarını da karşılayacak şekilde, yan yana sıralanmış, briket duvarlı ve basit çatı malzemeleri ile üstü kapatılmış öğrenci odaları yapmışlar. Ortak kullanılacak basit bir lavabo (hatta sadece çeşme) ve bir WC kondurulmuş bir kenara. Buyurun kiralık odalar... Genelde iki kişilik...
       Gözleri arkada kalmasın diye ailecek çaba sarf edilmiş ve bir akraba ikna edilmiştir. Bu  akraba evinin bir odası, üç ders yılı boyunca mekanı olacaktır İbrahim'in. Kimi öğrenci evlerinin yanında, daha donanımlı ve daha güvenli... Söyleyenlerin yalancısıyım bu konuda.
       Yanlış değerlendirmeyi de önlemek isterim. Söz konusu oda, bir apartman dairesinin bir odası değil. Sığınılan binanın esas planı, iki büyük oda ve önünde geniş ve uzun bir hayat şeklinde. (Hayat, şimdilerde benimsenen veranda  gibi bir şeydir. Üç yanı ve üstü kapalı, önü açık yaz mekanıdır. Genellikle güneye veya batıya bakması tercih edilir.) Daha sonra, ihtiyaç üzerine, hayatın her iki ucuna birer küçük oda eklenmiş. Dört odalı olmuş böylece ev. Odaların tümünün kapıları ortada kalan küçük verandaya açılıyor. Yani, aynı çatı altında fakat birbirinden bağımsız odalar
       İçme suyu mahalle çeşmesinden getirilecek; kullanma suyu avludaki tulumbadan çekilecek. Hela mı? İşte o dert değişmemiş. Hela, avludan bölünmüş olan bahçenin en kuytu köşesinde. Evden bile görünmeyen bir köşede. Tam şeytan mekanı anlayacağınız.
       İbrahim, verilen reçetelerin hepsini aklında tutmaktadır. En fazla da "Sen de gece karanlığından önce , özellikle de 'büyük' ihtiyacını görmeye bak." sözü aklındadır. Denemesini de yapmıştır. En geç, evlerin ışıkları sönmeden önce, ihtiyaç varsa giderilecektir. Yoksa sabaha kadar sıkacaksın.
       Bir gün, gecenin ileri bir saatinde ikaz gelmeye başlamıştır içerden. Gaz atıp rahatlama yolu da işe yaramaz. Gaz atmaya çalışırken donu kirletme riskiyle yüz yüzedir.
      Diğer reçeteleri de gözden geçirip uygun olanı uygulayarak, besmele çekerek ve dualar okuyarak bahçe kapısına kadar gider fakat daha ilerisi zifiri karanlık. Şeytanlar (şeyatiyn) sıralanmış duvar dibine de İbrahim'i bekliyor sanki. Eve dönüp gaz lambasını alınca güvenli yol uzamıştır fakat helanın içi, ya helanın içi! İçi ürperir. Ayakları bağlanmıştır sanki. Eldeki ışığa rağmen içeri adım atamaz. Etrafa bakınır. Ali Dayı'nın sebze karıklarının arasına çömeliverse?.. Olmaz der. Burası ayak altı. Her gün dolaşılır karıkların arasında. Başka bir yol! Kedi gibi deşinip iş bitince eserin üstünü kapatmak nasıl olur? Olur gibi ancak tutmak iyice güçleşmiştir. Zaman yok... "En iyisi, duvardan yan bahçeye atlayıp orada bitirmek işi. Orası nar bahçesi. Nar hasadına kadar doğa temizler izimi." der İbrahim. Baskı da iyice arttığından, son akla gelen en iyi çözümdür deyip atlar öte tarafa. Lambayı yere koyup çömelir diğer eliyle de donu sıyırırken.
       Tam rahatlamıştır ki bir ses gelir yüksekten. Hem ses yüksektir, hem de sesi çıkaran kişi yüksektedir. İkinci kattaki evlerinde, henüz kocası meyhaneden dönmediği için uyuyamayan birisi bağırmaktadır yukarıdan: "Hırsız var komşular! Nar hırsızı!"
       Elinde yanık lambayla ve yarı toparlanmış halde bahçe duvarının öte yanına kaçar çocuk. Telaşlıdır, utanmıştır ve korku içindedir. Hırsızlık yapmadığını bilmektedir fakat dile düşmek korkması için yeterli nedendir. Açıklaması zor bir durumda olduğu için de utanç duymaktadır. Büyüklerden duyduğu ve ne anlama geldiğini bildiği bir söz gelir aklına: Derler ki "Bazı şeylerin şüyu-u (dillendirilmesi) , vuku-undan  (olmasından) beterdir."
       Az kalsın öyle de olacaktı. Sağ olsun Ali Dayı, rahmetli Ali Dayı.

8 Eylül 2017 Cuma

Yürek Teli Gergin Olur-1

 
Ben Gülümü Pamuklarda Büyüttüm
Hayalimdi, masallarla, ninnilerle uyuttum.
Öyle gördüm, öyle bildim. Neyleyim,
Yüreğini hurafeyle, öcülerle kuruttum. 
      Çocuk fidedir, saksıda ve korunaklı ortamda köklendirilir ve bahçeye dikilir. orada büyür, dallanır, çiçek açar ve meyve verir. 
      Her çocuk anasının gülüdür. Analar, olanakları ve bilgisi elverdiği kadar özenle yetiştirmeye çalışır çocuğunu. Nerede doğarsa doğsun, bebek bebektir. Bebeğin bütün duyu organları anaya dönüktür; "zamana ve mekana" bağlı olmayan bir gerçektir bu.
      Bebekten çocuğa geçerken, bu "zamandan ve mekandan" bağımsızlık gerçeği değişir.  Dünün çocuğu bu günün çocuğundan, köyün çocuğu şehirin çocuğundan farklılaşmaya başlar.
      Bir çocuk, anasının yanında, daha bebekken fark ettiği diğer aile bireyleri ile de iletişim başlatır; bu iletişim bebeklikten çıkarken artıştadır. Ancak, yaşam daha çok ev içindedir ve ilişkileri de bu çerçevededir.
      Görsellikle başlayan ilişki, sesler anlam kazandıkça, işitsel alana da etkileşimli olarak kayar.
      Bu satırların yazarı, sırf bir çocuğu geleceğe hazırlayan ortamı belirginleştirmek ve sırf sizleri öyküye ısındırmak için bu satırları karaladı. (Eski alışkanlıkla karaladı deniyor. Aslında ekranda oynaşan, gelip giden sözcüklerdi bunlar.)
      Okul öncesi çocuk yaşına geldiğinde, ev içindeki birikimlerine, sokaktan ve doğadan yararlanarak elde ettikleri de eklenir. Sokağa çıkıp akranlarıyla oynamaya başladığında, farklılıkları ve bunları tolere etmenin yollarını deneyimler. Ev-içi birikimleri ile sokak birikimleri arasından, seçim yoluyla ve hala etkisi süren "aile ahlak süzgecinin" seçtikleriyle, davranış kalıpları geliştirir. Bunların kimisi kalıcı olurken, kimisi, ileri yaşlardaki edinimlerle olgunlaşarak değişir. Bilgiler, görgüler, beklentiler ve korkular gibi birikimlerdir bunlar.
      Bu öyküde adı geçen çocuğun adı İbrahim'dir ancak, öykünün kahramanı demeyi seçmedim yine de. Çünkü, benzer şeyleri yaşayan, adları değişik veya aynı, pek çok çocuk vardır. Adları, yaşları ve hatta köyleri bile aynı olsa da her birinin birikimleri farklıdır. Başka birikimler öykü dışı olduğu için sadece korkular ele alınacak bu satırlarda.
      İbrahim'in iki yerleşik korkusu vardır: Kuduz köpek ve gece tuvalete gitme. Bunlardan  birincisi hala sabit. Dip diri duruyor koskoca adamın yüreğimde. İkincisi ise ilerleyen yaşından mı yoksa değişen koşullardan mı, atlatılmış görünmektedir. Bu yaşında o şartlara dönse ne olurdu bilinmez.
      Köylerde tuvalet, yani hela, daha daha dersen, ayak yolu, avlunun bir ucunda, üç duvar ve kapımsı bir şeyle oluşturulmuş bir mekandır. Üstü açık olanı da vardır, kapatılanı da. Benim bildiklerimin hepsi, özellikle yerleştirilmiş gibi, eve en uzak köşededir. İbrahimlerde de durum buydu. Evle hela arasında elli atmış metre mesafe vardı. Aydınlatma da olmayınca gece tuvalete çıkmak yürek isterdi. Karanlık herkesi korkutur, yetişkinleri bile. Yetişkinler bile ürperir zifiri karanlıkta. Tamam, tamam da mesele bundan ibaret değildi. Büyüklerin dillerinde ve sokak köşelerinde dolaşan öykülere göre, tuvaletler, şeytanların geceleri mekan tutuğu bir yerdi ve adamı çarpıverirler de ağzı kulağına karışırdı. İnsanın dilini bağlarlar da koyun gibi meletirlerdi üstelik. Bunları duyan bir çocuk geceleri tuvalete girebilir mi?
      Bu arada, mısır patlağı eşliğinde anlatılan masallar vardı. Çocuk dediğin masalları yaşar. Ne birikimi ne de bilgisi yeterlidir masalla gerçeği ayırmaya. Bir 'andık' masalı vardır örneğin. Sözlükler sırtlana yönlendirse de masalda anlatılanlar farklı bir yaratık olurdu. Boynuzlu bir yaratık. Kara mı kara. Gece karanlığında görünmez. Ayak yoluna çıkmış çocukları, boynuzu ile sırtına attığı gibi kaçırırdı. Bir çocuk bundan etkilenir mi diye düşünülmez, ballandıra ballandıra anlatılırdı. Sırtlan etkisi, şeytan etkisi kadar kalıcı olmadı. Belki de masalda geçtiğinden. Oysa şeytan, büyükleri bile titreten dinsel öykülerde de çoğu zaman baş köşedeydi. Şeytanı kontrol edebilen bir hocanın, onları ırgat gibi çalıştırdığı, burçağını bile yoldurduğu anlatılırdı. Bunu yaptırabilen neler yaptırmazdı ki.   O bile zor kurtarmıştı şeytanın çarptığı birisini.
      Önceleri, bir büyük elinde fenerle ev kapısında beklerken, hela bölmesine girmeden, her avluda bulunan gübre yığınının (terslik) bir kenarına kuş kondurarak çözülüyordu mesele. Şeytanın etki bölgesinden de uzak duruluyordu böylece. Yaş ilerlerken gelişen haya duygusu ve yetişkinlik özentisi sonucu, bu ihtiyacın özel halledilmesi gerektiğini düşünmeye başladı çocuk. Eski uygulamadan sıkıntı duymaya başlamıştır. Şeytan korkusunu çocuğun yüreğine işleyenler o yetişkinler değilmiş gibi, reçete sunmaya başlarlar. Şeytana karşı en büyük silah besmele çekmektir der birisi. Öyle ya! İçinde Allah'ın anılıyor olması şeytanı besmele çekilen ortamdan kaçırtır. Soyut düşünmeyi henüz bilmeyen çocuk için bu önerme, işi garantiye almak için, avazı çıktığı kadar yüksek sesle ve durmaksızın besmele çekmektir. Bunun yakışıksızlığı ve saçmalığı kısa sürede anlaşılır ve yeni kullanım yönergeleri ile güçlendirilir. "İçinden besmele çekmen bile yeterli." denir. "Şeytan bunu bile duyacaktır yaratılışı gereği."
       Sen gene de feneri al yanına dedi dedesi; şeytan ışığı sevmezmiş. Bütün bunların çocuk ruhunu yatıştırmayacağını bildiği için de, hela kapısının dışında bekleyiverin siz de diye tembihledi aile büyüklerine. İbrahim'e de "Büyük işi karanlıktan önce yapmaya bak. Küçüğü bir köşede halletsen de sorun olmaz." dedi. Sanırım en etkili ilaç da buydu.

1 Eylül 2017 Cuma

Bayramınız Kutlu Olsun

 
İki Kurban Bayramı
 
      Yaşı yetmişe merdiven dayanmış birisi olarak, bir o kadar sayıda kurban bayramı yaşamışımdır. Bunların büyük çoğunluğunda, bayram havasının da etkisiyle, mutlu bayramlar geçirmişimdir.
      İnsan, mutat olan çoğunluğu değil de sıra dışı olan azınlığı anımsamaya daha yatkın.
      Bu bayramda, hiç mutlu olamadığım iki kurban bayramını hatırladım yılların aşındırdığı izlere rağmen.
      Bunlardan birincisi benim koçumun kurban edilmesiydi. Hem de kendi elimle bıçağın önüne getirmiştim iyi bir şey olacağına ikna edildiğim için.
      Bir gece yarısına doğru doğan erkek kuzuya ilk ana sütü verildikten sonra, yapısını beğendikleri için mi ben mi talip oldum bilmiyorum, bu kuzu senin dediler. Gözlerinin çevresi açık kahve renginde olan bir ak kuzuydu benim kuzum. Hayvanlarla haşır neşir olmaya beni alıştırmaktı belki bizimkilerin amacı. Bel ki de bir tür uğur denemesiydi. Her ne ise, ben bu kuzuyu çok sevdim. İlk okul çağlarının daha başında, duyguların en yoğun yaşandığı bu yaşlarda, hep onu aradı gözlerim her ne zaman koyunların arasına dalsam. Cebime bir avuç buğday koymadan da gitmediğim için, bir süre sonra onu aramama gerek kalmadı. O beni bulurdu hemen. Buğdayın cepten çıktığını bile belledi. Avcumdan beslemeyi geciktirirsem, burnunu cebe sokmaya çalışırdı.
      Seçilmiş bir kuzu olduğundan, tarafımdan destekli beslenme sonucu ve onun anasının diğerlerine göre az sağılması nedeniyle, benim kuzu iyi gelişti. Onu koç adayı seçmişler; ben se, beni kırmamak için satmadılar sanıyordum. Evet! Büyüdü ve koç oldu. Koç salımı öncesinde haftalarca pancar tarlasında besledim onu. Pancar kemirmesine bile göz yumardık. Koç salımı öncesi kendi elimle boyardım damat adayını. Bir kaç yıl sürdü bu saltanat.
      Yeni koç adayının varlığından hareketle, benimkinin tahttan indirilmesine karar verilmiş. Onu kurban etmeye karar vermiş dedem. Bayramdan bir kaç gün önceden belliydi bu niyet. Üzüldüğüm görülünce, sırat köprüsü girişinde beni bekleyeceği anlatıldı. Beni sevdiğine göre, köprüden geçiş kolaylığı vaadiyle ikna olmuş göründüm. Ama kalbim de sızlıyordu. Kesilen koçun bana bakan gözlerine bakıp gizli gizli ağladım.
      İkinci olayın doğrudan içinde değildim ancak o daha çok yüreğimi yakmıştı. Kendi adı da Bayram olan bir arkadaşım, tam da kurban bayramı arifesinde anasını kaybetmişti. Bayram'ın bayram günü, "Bayram gelmiş neyime, Kan damlar yüreğime." türküsünü söyleyişini unutamadım. Herkesin anası kıymetlidir. Onunki de öyleydi elbette.
      Güzel duygularla anacağınız bayramlarınız bol olsun. Hepsi kutlu olsun.