18 Ağustos 2017 Cuma

Esintilerden-1: Bir Olmak

 
BİRLİK OLMAK, BİR OLMAK
ve ' Bana dokunmayan yılan bin yaşasın.' sözü
 
      Kemal Sayar'ın bir öyküsündeki kahramanlardan birisi, 'kendine yeterli' bir yaşlı kadının evlenme isteğinden söz eder ve "Bu durumdaki insanlar niçin başkasıyla bir arada olmaya can atar?" diye sorar. Sorusunun yanıtını da kendisi verir. "Kitle ruhu bireysel sorumluluk yükünü hafifletir." der. Geniş değerlendirildiğinde, bu yanıttan, birliktelikle, yaşamı kolaylaştırmak için yükün paylaşılması da akla gelir. Ancak esas vurgulanan, bireyin kendisini yetersiz bulduğu konularda, kitle içinde iken tek başına veremeyeceği kararları ve girişemeyeceği eylemleri rahatlıkla gerçekleştirebildiğidir. 'Öyle ya! O da öyle yapıyor. Demek ki yaptığım doğru.' kolaycılığı buluyor bunda kişi. Verdiği örnekten bu sonuca nasıl ulaştığını anlamasam da kitle aidiyetinin, bireyleri bu doğrultuda rahatlattığını ben de kabul ederim.
      Bu konu üzerinde düşünürken aklıma geldi: Kitle aidiyeti davranış kalıplarını da etkiler. Birey, ceza veya ayıplanma korkusuyla yapamadığı şeyleri kitle içinde yapma eğiliminde olabilir. Ceza veya ayıplama gerektirecek bir eylem, kitle içinde anonimleşebildiği için, bireyin çekinceleri zayıflar; yeter ki ait olunan kitle o eylemi onaylasın veya görmezden gelsin. Aynı şekilde, uğradığı haksızlık karşısında tek başına ses çıkaramadığı bir duruma, kitle içinde iken gür sesle itiraz edebilir birey. Kitle onun kendisini güçlü hissetmesine ortam sağlar. Bir de, her seviyede yasal otorite, bireyi çok daha kolay cezalandırırken, aynı kabahati aynı anda veya yakın aralıklarda çok sayıda kişi tekrarlarsa, toplumsal huzursuzluk kefesindeki ağırlık artacağından, dengeyi tutturmak için kamu otoritesi birey seçeneğinde uygulanabilenden farklı çözümler arayacaktır.
      Örneğin, son günlerde medyada akan bir öykü var. (Aylar önce de okumuştum onu.) Güzel anlatılmış o öyküyü özetlemek zorunda oluşum beni üzüyor ancak özetlemek zorundayım.
      İnsanlar koli postalamak için sıradadır. Sıradaki kadını saçma nedenlerle sıradan çıkarıp bir sonrakini çağırır posta görevlisi. Çağırılanın kıpırdamadığını görünce de bir sonrakini çağırır; o da yerinden kıpırdamaz. Ve onlardan birisi, o kadının kolisini kabul edinceye kadar bekleyeceklerini söyler. Kuyruktaki 30 kişiden biri de doğan bu fırsatı kullanmaya yeltenmez. (Düşünen olduysa da kitle ruhu belirğin olduğu için, cesaret edemez.) Burada, otorite yutkunur ve mesele çözülür. Çünkü sorun bir üst otoriteye yansıma eğilimindedir artık ve bunu da o istemez.
      İlk tepki veren kişi kendisine teşekkür edildiğinde, "O keyfiliğin bana karşı yapıldığını varsaydım." der. Burada, bizim çok bilinen bir atasözümüz var hani, aklınıza geldi mi? Gelmediyse düşünedurun. Ben şimdi, son zamanlarda çok kullanılan bir kelimeye geçeceğim: EmpatiYani kendisini başkasının yerine koymak. O kişi tam da bunu yapmış işte! Bulmanızı istediğim atasözümüz de tam bunun tersi: Bana dokunmayan yılan bin yaşasın. Bir tane daha var, haydi onu da söyleyeyim: Gemisini kurtaran, kaptan.
      Empatiyi de kapsayan ve bilimsel bir terim de olmayan bir kelime var: Ubuntu yapmak. Hemen sözlüklere veya klavyeye saldırmayın. Anlatacağım.
      Afrika'da bir yerde araştırma yapan bir antropolog, bir grup çocuğa, "Karşıdaki ağaca asılı duran poşette çikolata var. O ağaca ilk varan onu yiyecek." der. Çocuklarsa yarışmak yerine, el ele tutuşup giderler ve ağaçtaki çikolatayı paylaşıp yerler. Merak eden gözlemciye 'ubuntu yaptık' derler. Ubuntu bir öğretiymiş. 'Biz' olunmadan 'ben' olunmaz demekmiş. Biz olmadan ben olunmaz.
      Benden yola çıkıp bize ulaşan örnekler çoktur yaşamımızda. Çoğu zaman da geçici bir konumdur ulaşılan nokta. Örneğin yukarıdaki öyküde, birisinin uğradığı haksızlık 30 kişilik 'biz' yaratmış ve orada teşekkür edip ayrılmıştır her bir 'ben' oradaki 'biz'den. Gazap Üzümleri'nde daha kalıcı bir bize dönüşümü anlatır Steinbeck. Orta eyaletlerden kopup gelen aileleri acılar, olanaksızlıklar ve haksızlıklar 'biz' yapar. Bu dönüşüm de kamu otoritesinin hiç sevmediği bir şeydir. Çünkü, bireyi kontrol altında tutmak, kitleyi kontrol altında tutmaktan çok ama çok kolaydır.
      Gazap Üzümlerinde çekirdek karakterlerden olan Joad ailesinin anası, şartlı tahliye olup gelen oğluna önce firar edip etmediğini sorar. Şartlı tahliyeyi öğrendikten sonra, aklını oynattın mı hiç diye sorar. Olumlu yönde cevap alınca rahatlar fakat o arada anlatır: Bildikleri bir genç, hata etmiş ve kolculardan kötü muamele görmüş. Kötü muamele görünce daha büyük hatalar yapmış ve bunların karşılığı daha büyük kötülükler olmuş. "Sonunda, çakal avlar gibi avladılar çocuğu." der ana. Sonra da haksız yere topraklarını kaybedip göçmek zorunda kalanları düşünerek, "Hepimiz çıldırsaydık hepimizi birden avlayamazlardı." der. Aklından geçen ve yapılamadığı için hayıflandığı şey 'biz' olamamaktır.

      Ah bir birleşebilsek diye iç geçirdiğimiz durumlar vardır. Hemen hemen her zaman, tek başımıza yetersiz kaldığımız hallerde düşünürüz bunu. Kimi zaman gücü, kimi zaman sesi, kimi zaman da olanakları büyütme gereksinimimizdir böyle düşündüren.
      Haydi bir düşünelim arkadaşlar! Yarından endişen var mı? Zarar gördüğünü düşündüğün  değerler var mı? Yarınlarını veya değerlerini korumada kendini güçsüz, çaresiz veya kararsız buluyor musun? Yasal desteğe gereksinimin var mı?
      Seslen ekrandan. Var mı bana el verecek birisi diye haykır. İki kişi, üç kişi... Bireyler bir olabilir. Çözüm birlik olmakta.
      Bir'den birlik yaratmanın en belirgin ve başarılı örneği 'Kuva-i Milliye' dir. Yöresel ve bölgesel 'bir'lerden doğan 'birlik'leri, 'Hakların Savunması - Mudafa-i Hukuk' derneklerinde yoğurup bir birlik yaratmışlardır Kurtuluş Savaşının önderleri. Bu birliğin ruhu da Kuva-i Milliyedir.
      Vazgeçilmez değerler vardır ve onları savunmak için, 'armudun sapı üzümün çöpü' demeden,  bir olmanın zamanıdır.
      

1 yorum:

  1. Gazap Üzümleri... Yıl 1961. Çivril, Gazeteci Tahir Apaydın'ın dükkanı önündeyim. O güne değin hiç gazete satın almışlığım yok. Sadece gazete başlıklarını okuyabiliyorum. Ama günlerdir vitrindeki '' GAZAP ÜZÜMLERİ '' fiatı 10 lira ilgimi çekiyor. Bizim okuldan benden bir sınıf veya iki sınıf önde YUNUS TÜRKAN kitapçıya giriyor ve o kitabı satın alıp çıkıyor. Bu anıyı bugüne kadar niye Yunus İle paylaşmadım ki ? Şu anda aklıma geldi...

    YanıtlaSil