31 Ağustos 2017 Perşembe

Esintilerden-2: Iran Gate

 
 
      Bir roman okurken aklıma geldi. (Clear and Present Danger - Tom Clancy) Bu bir roman. ABD yönetimi Kolombiya'da bir örtülü operasyon yürütüyor. İşler sarpa sarınca, üst kademeleri temize çıkarmak için çaba sarf ediyorlar. Tom Clancy'nin kadolu kahramanı Jack Ryan ortaya çıkıyor ve masumları kurtarıp yukarıdakilerin foyasını ortaya çıkarıyor.
      Bu, nihayette bir romandı. Benim aklıma yaşanmışı geldi. Bana göre dün gibi, belki kimine göre, 'bir varmış bir yokmuş'.
 
İran Gate
ya da İran - Kontra Skandalı
 
      Humeyni sonrası İranı... ABD ile gergin ilişkiler sürüyor. Ambargo konmuş İran'a. Şah döneminden kalma ABD yapımı  askeri teçhizat kullanılmaz durumda. İdame ihtiyaçları korkunç seviyede.
      Öte yanda, Nikaragua'da solcu bir hükümet var ve bunu devirmeye çalışan 'Kontra' var. Kontra, ABD tarafından destekleniyor çünkü solcu yönetimler ABD çıkarlarına aykırı ve kötü örnek olma potansiyeli taşıyorlar. En kısa zamanda devrilmeleri gerekiyor. ABD yönetimi böyle düşünüyor.
      Bir gün ABD'de, halkın parasının Kontra'yı desteklemekte kullanılmaması yönünde parlamento kararı çıkıyor. Ancak, Reagan yönetimi Kontra'ya desteği sürdürmekte kararlı. Üç kaynak seçiliyor fon yaratmak için: (1)- Reagan politikasını destekleyen şahin sermayedarlar, (2)- ABD'ye göbekten bağlı, Saudi Arabistan, Malezya, Bruney Sultanlığı gibi ülkeler ve buna dikkat, İran. İran'a örtülü yollardan malzeme satılacak ve yaratılan fon Kontra'yı desteklemekte kullanılacak. Bu arada, fırsattan istifade, Lübnan'daki tutsak Amerikan askerleri kurtarılacak. Plan, Başkanlık Güvenlik Konseyi tarafından planlanıyor ve konsey çalışanı Deniz Piyade Yarbay Oliver North operasyonun yönetimiyle görevlendiriliyor.
      Bir süre iyi işleyen sistem, iki nedenle açığa düşüyor. Birincisi, Kongrenin aksi yönde kararına rağmen İran'a askeri malzeme satışı, iç ve dış basının diline düşüyor. Ve haliyle, konu kongrenin gündemine giriyor. (İran Gate)
      Diğer taraftan, aksilik bu ya, Nikaragua'da bir nakliye uçağı düşürülüyor. Askeri malzeme yüklü ve pilotu CİA mensubu. Böylece, örtülü Kontra desteği de dile düşüyor. (Kontra skandalı)
      Her iki olay, bu kez birleştirilmiş olarak (İran-Kontra skandalı), basının, Sivil Toplum Kuruluşlarının ve kongrenin diline düşüyor. Başkan Reagan, İran'la sınırlı(!) ilişkiden, insani ölçülerde olmak koşuluyla, haberdar olduğunu fakat Kontra desteğinden habersiz olduğunu belirtiyor. Kabak Oliver North'un başına patlıyor. Başkana kadar uzayan yukarıdakiler  (14 kişi) izlerini siliyorlar. (Bence 'Kurulu Düzen' silinen izleri de görüyor fakat bir günah keçisi yeterli görülüyor.)
      Yarbay North, iddianamenin en alt sınırından cezalandırılıyor ve bir süre sonra, Başkan Bush tarafından, suçların tümü kayıttan çıkarılmak üzere affediliyor.
      Ortaya dökülen bu skandal nedeniyle, hiç bir gazeteci veya STK mensubu suçlanmıyor. Ama tarihe, ABD başkanları ile ilgili önde gelen on skandal arasında İran-Kontra skandalı yerini alıyor.
      Masal gibi değil mi?


30 Ağustos 2017 Çarşamba

Kurtuluş Savaşı.

 
Göz Yaşları Karıştı
 
      Dedem ve arkadaşları bir aradaydı. Bizde toplanmışlardı. Hem yatalak arkadaşlarını ziyaret etmişlerdi hem de bana hoş geldin demişlerdi.
      Çaylar içilirken konu savaş yıllarına kaydı. Üçü de o yılları farklı biçimde yaşamışlardı. Konu gerektirdiği için, sözünü ettikleri ve ihtilafa düştükleri bir konuyu açıklamak üzere, yanımda bulunan Nutuk'tan, Atatürk'ün ağzından işin doğrusunu okuyuverdim onlara. Hoşlarına gitti ve Büyük Söylevin kurtuluş savaşı ile ilgili bölümünü okumamı istediler. Gözyaşları içinde ve zaman zaman iç geçirerek sonuna kadar dinlediler. Onların duygusal hali, zaman zaman benim okumamı da güçleştirdi elbette.
      Bu gün, Yılmaz Özdil'in köşesini okurken, kurtuluş Savaşı gazisi Albay Hulusi Atağ'ın anılarından alıntıyı okudum ve göz yaşlarımı tutamadım. Yutkuna yutkuna bitirdim yazıyı.
      Okumayanlar için özetliyorum: Kurtuluş Savaşı sırasında, ikmal konvoyunda, bir genç kadın doğum yapar. Konvoydan ayırmak isteyenlere itiraz eder. "Babası cephede silah bekler. Ayrılamam." der. Yeni doğmuş bebeğini tedarik edilebilen ne varsa ona kundaklar ve yola devam eder.
      Bunları yazarken bile gözlerim yaşarıyor. Ben duyduklarımla ağlıyorum, dedem ve arkadaşları yaşadıkları ile ağlıyorlardı.
      Bu gün göz yaşları birbirine karıştı.

18 Ağustos 2017 Cuma

Esintilerden-1: Bir Olmak

 
BİRLİK OLMAK, BİR OLMAK
ve ' Bana dokunmayan yılan bin yaşasın.' sözü
 
      Kemal Sayar'ın bir öyküsündeki kahramanlardan birisi, 'kendine yeterli' bir yaşlı kadının evlenme isteğinden söz eder ve "Bu durumdaki insanlar niçin başkasıyla bir arada olmaya can atar?" diye sorar. Sorusunun yanıtını da kendisi verir. "Kitle ruhu bireysel sorumluluk yükünü hafifletir." der. Geniş değerlendirildiğinde, bu yanıttan, birliktelikle, yaşamı kolaylaştırmak için yükün paylaşılması da akla gelir. Ancak esas vurgulanan, bireyin kendisini yetersiz bulduğu konularda, kitle içinde iken tek başına veremeyeceği kararları ve girişemeyeceği eylemleri rahatlıkla gerçekleştirebildiğidir. 'Öyle ya! O da öyle yapıyor. Demek ki yaptığım doğru.' kolaycılığı buluyor bunda kişi. Verdiği örnekten bu sonuca nasıl ulaştığını anlamasam da kitle aidiyetinin, bireyleri bu doğrultuda rahatlattığını ben de kabul ederim.
      Bu konu üzerinde düşünürken aklıma geldi: Kitle aidiyeti davranış kalıplarını da etkiler. Birey, ceza veya ayıplanma korkusuyla yapamadığı şeyleri kitle içinde yapma eğiliminde olabilir. Ceza veya ayıplama gerektirecek bir eylem, kitle içinde anonimleşebildiği için, bireyin çekinceleri zayıflar; yeter ki ait olunan kitle o eylemi onaylasın veya görmezden gelsin. Aynı şekilde, uğradığı haksızlık karşısında tek başına ses çıkaramadığı bir duruma, kitle içinde iken gür sesle itiraz edebilir birey. Kitle onun kendisini güçlü hissetmesine ortam sağlar. Bir de, her seviyede yasal otorite, bireyi çok daha kolay cezalandırırken, aynı kabahati aynı anda veya yakın aralıklarda çok sayıda kişi tekrarlarsa, toplumsal huzursuzluk kefesindeki ağırlık artacağından, dengeyi tutturmak için kamu otoritesi birey seçeneğinde uygulanabilenden farklı çözümler arayacaktır.
      Örneğin, son günlerde medyada akan bir öykü var. (Aylar önce de okumuştum onu.) Güzel anlatılmış o öyküyü özetlemek zorunda oluşum beni üzüyor ancak özetlemek zorundayım.
      İnsanlar koli postalamak için sıradadır. Sıradaki kadını saçma nedenlerle sıradan çıkarıp bir sonrakini çağırır posta görevlisi. Çağırılanın kıpırdamadığını görünce de bir sonrakini çağırır; o da yerinden kıpırdamaz. Ve onlardan birisi, o kadının kolisini kabul edinceye kadar bekleyeceklerini söyler. Kuyruktaki 30 kişiden biri de doğan bu fırsatı kullanmaya yeltenmez. (Düşünen olduysa da kitle ruhu belirğin olduğu için, cesaret edemez.) Burada, otorite yutkunur ve mesele çözülür. Çünkü sorun bir üst otoriteye yansıma eğilimindedir artık ve bunu da o istemez.
      İlk tepki veren kişi kendisine teşekkür edildiğinde, "O keyfiliğin bana karşı yapıldığını varsaydım." der. Burada, bizim çok bilinen bir atasözümüz var hani, aklınıza geldi mi? Gelmediyse düşünedurun. Ben şimdi, son zamanlarda çok kullanılan bir kelimeye geçeceğim: EmpatiYani kendisini başkasının yerine koymak. O kişi tam da bunu yapmış işte! Bulmanızı istediğim atasözümüz de tam bunun tersi: Bana dokunmayan yılan bin yaşasın. Bir tane daha var, haydi onu da söyleyeyim: Gemisini kurtaran, kaptan.
      Empatiyi de kapsayan ve bilimsel bir terim de olmayan bir kelime var: Ubuntu yapmak. Hemen sözlüklere veya klavyeye saldırmayın. Anlatacağım.
      Afrika'da bir yerde araştırma yapan bir antropolog, bir grup çocuğa, "Karşıdaki ağaca asılı duran poşette çikolata var. O ağaca ilk varan onu yiyecek." der. Çocuklarsa yarışmak yerine, el ele tutuşup giderler ve ağaçtaki çikolatayı paylaşıp yerler. Merak eden gözlemciye 'ubuntu yaptık' derler. Ubuntu bir öğretiymiş. 'Biz' olunmadan 'ben' olunmaz demekmiş. Biz olmadan ben olunmaz.
      Benden yola çıkıp bize ulaşan örnekler çoktur yaşamımızda. Çoğu zaman da geçici bir konumdur ulaşılan nokta. Örneğin yukarıdaki öyküde, birisinin uğradığı haksızlık 30 kişilik 'biz' yaratmış ve orada teşekkür edip ayrılmıştır her bir 'ben' oradaki 'biz'den. Gazap Üzümleri'nde daha kalıcı bir bize dönüşümü anlatır Steinbeck. Orta eyaletlerden kopup gelen aileleri acılar, olanaksızlıklar ve haksızlıklar 'biz' yapar. Bu dönüşüm de kamu otoritesinin hiç sevmediği bir şeydir. Çünkü, bireyi kontrol altında tutmak, kitleyi kontrol altında tutmaktan çok ama çok kolaydır.
      Gazap Üzümlerinde çekirdek karakterlerden olan Joad ailesinin anası, şartlı tahliye olup gelen oğluna önce firar edip etmediğini sorar. Şartlı tahliyeyi öğrendikten sonra, aklını oynattın mı hiç diye sorar. Olumlu yönde cevap alınca rahatlar fakat o arada anlatır: Bildikleri bir genç, hata etmiş ve kolculardan kötü muamele görmüş. Kötü muamele görünce daha büyük hatalar yapmış ve bunların karşılığı daha büyük kötülükler olmuş. "Sonunda, çakal avlar gibi avladılar çocuğu." der ana. Sonra da haksız yere topraklarını kaybedip göçmek zorunda kalanları düşünerek, "Hepimiz çıldırsaydık hepimizi birden avlayamazlardı." der. Aklından geçen ve yapılamadığı için hayıflandığı şey 'biz' olamamaktır.

      Ah bir birleşebilsek diye iç geçirdiğimiz durumlar vardır. Hemen hemen her zaman, tek başımıza yetersiz kaldığımız hallerde düşünürüz bunu. Kimi zaman gücü, kimi zaman sesi, kimi zaman da olanakları büyütme gereksinimimizdir böyle düşündüren.
      Haydi bir düşünelim arkadaşlar! Yarından endişen var mı? Zarar gördüğünü düşündüğün  değerler var mı? Yarınlarını veya değerlerini korumada kendini güçsüz, çaresiz veya kararsız buluyor musun? Yasal desteğe gereksinimin var mı?
      Seslen ekrandan. Var mı bana el verecek birisi diye haykır. İki kişi, üç kişi... Bireyler bir olabilir. Çözüm birlik olmakta.
      Bir'den birlik yaratmanın en belirgin ve başarılı örneği 'Kuva-i Milliye' dir. Yöresel ve bölgesel 'bir'lerden doğan 'birlik'leri, 'Hakların Savunması - Mudafa-i Hukuk' derneklerinde yoğurup bir birlik yaratmışlardır Kurtuluş Savaşının önderleri. Bu birliğin ruhu da Kuva-i Milliyedir.
      Vazgeçilmez değerler vardır ve onları savunmak için, 'armudun sapı üzümün çöpü' demeden,  bir olmanın zamanıdır.
      

4 Ağustos 2017 Cuma

AKLIMA GELDİ- 14: Ceride

 
Arşiv Unutmaz
 
      Üzerinden bir yılı aşkın zaman geçti ve hala neyin ne zaman olduğu tartışılıyor. Böylesi bir tartışmaya kulak kabartırken aklıma geldi bu kelime: Ceride
      Bilirsiniz eski dilde gazete yerine kullanılan bir sözcüktür Gazete.
      En iyisi bir anımdan söz edeyim önce. Sanırım, bu çağrışımı dile getiriş nedenim daha anlaşılır olacaktır bununla.
      1974 Temmuzunda (bir Temmuz daha) Kıbrıs'a asker çıkardığımızda, Yunanistan donanmasının da harekete geçmesi üzerine, savaş hali geçerliydi ve ben de öğrenim (mastır) izninden göreve çağrılmıştım. Katıldığım şubede çaylak oluşum nedeniyle, 'savaş ceridesi' tutma görevi bana verildi.
Bundan beklenen, söz konusu şubenin durumla ilgili etkinliklerini tarihi ile ve saati ile kayda geçirmek. Örneğin 45 yıl sonra arşive girerseniz, o şube o günlerde neye dair ne zaman emir almış, bu emirin gereğini ne zaman yapmış gibi bilgileri günüyle ve saatiyle bulabilirsiniz. Bunu sağlayan tutulan ceridedir.
      15 Temmuz girişimi ile ilgili açılan davalarda da böyle bir izlenebilirlik açıkça görülüyor asker kanadın eylemlerinde. Çünkü, kayıt tutma orduda sistematik hale gelmiştir.
      Bu noktada şu akla geliyor: Ordu dışındaki diğer devlet kurumlarında ve birimlerinde sistematik kayıt tutma etkinliği yok mudur?