HOLLANDA
ÜLKENİN EN YÜKSEK YERİ, BİZİM KÖYÜN EYREK TEPESİ.
ÜLKENİN EN YÜKSEK YERİ, BİZİM KÖYÜN EYREK TEPESİ.
NATO'ya giriş sonrası, ABD ile ve ABD'de başlamış yurt dışı eğitim ve kurslar. ABD askeri yardım paketine, kurs veya eğitime gideceklere bir takım imkanlar da konunca, Türkiye maliyesi, yarı harcırah kuralını koymuş ve işletmiş. 'Kural kara kaplısına' da bu kural, ülke belirtmeden ve '... subay ve astsubayların harcırahları...' diye geçince, ABD askeri yardımı ile ilgisi olmayan bir ülkeye, mesela Hollanda'ya gidecek subay ve astsubayların harcırahları da yarım hesaplanıyordu. Aynı göreve giden sivil personelin harcırahı ise tam. (Diken-1)
Yarım harcırah, Rotterdam'da rezerve edilen oteli bile karşılamıyordu. Birisinin bir zaman yazdığı yönergeyi, ne kadar anlatırsanız anlatın, hemen değiştirmek zor. (Üç yıl sonra gittiğim bir görev sırasında da aynen duruyordu. Arada, ABD askeri ambargosu gelip geçmesine rağmen!..) Her ne kadar yüz kızartıcı da olsa durum, proje yöneticilerince, karşı şirkete anlatılmış olmalı ki otel ücretlerimizi karşılamayı şirket üstlendi. (ABD tarafınınkine benzetildi. Dikenin iğnesi kısaldı.)
Deneyimsizliğime rağmen -bu ilk seferimdi.- ucuzcu şirketin bizi ağırladığı otel aklıma gelince ruhum sıkılır, aşağılanmış hissederim.
Kısacası, kısıtlı şartlara rağmen, yurt dışı görme hevesiyle uçtuk Hollanda'ya.
Domatesi meyve yerine tüketenlerin, öte yanda, sera tarımıyla ve açık arazi hayvancılığıyla gıda ihraç edenlerin, öğle yemeğini evden getirilen peynirli sandviç ve evde şişelenmiş sütle geçiştirenlerin ülkesine.... Çalışkan ve tutumlu insanlar diyarına... Yarısı deniz seviyesinin altında olan fakat her daim yeşil ve çamursuz tutulabilen bir ülkeye... Yel değirmenleri esasen su pompalamak içinmiş.
Ülkenin en yüksek noktasının yükseltisi, bizim köyün eyrek tepesinden bile aşağıda. Dalgakıran yapmak için kaya ithal etmişler.
İki haftası Rotterdam'da şirket bünyesinde, dört haftası da Belçika sınırına yakın bir askeri üste olmak üzere altı hafta geçirecektik bu ülkede.
Yaban illerde gereksiz harcama yapmamak için götürdüğümüz lostra malzemelerini kullanmadan döndük; ayakkabılarımızın sadece tozunu sildik.
Çok hoş insanlarla da tanıştık, yabancı düşmanı burnu havada tiplerle de.
Cennet(!) Konya ovamıza 'konya çölü' deme cüretini gösteren TIR şoförüne haddini bildirdik, deve de gördün mü diye alaya aldık inceden. Ülkemizin diğer cennetlerini de tanıtmaya çalıştık her fırsatta. Savunamadığımız hallerde mazeretler ürettik.
Margarin üstü (onlara göre tereyağı) granüle şeker ve benzeri şeylerden ibaret öğle yemeğinin üstüne, subayların birer duble bir şeyler almaları ve barmenliğini de subayların sırayla yapması, bizde kültür şoku etkisi yarattı.
Şirket tesislerinde geçen günlerimizde, sorumlu olduğumuz tezgahların işleyiş ve kontrol özellikleri anlatıldı. Daha sonra kabul testlerine gözlemci olduk. Esas yetki, NATO kalite güvence programı dahilinde Hollanda'nın bir resmi kurumuna verilmişti. Ara kontrollara yetkili göndermenin maliyetini kurtarmıştı zahir bizden bir kahraman. (Küçük diken)
Dört hafta boyunca da eşdeğer tezgahlarda test yöntemlerini öğrendik. Bu konu için teknisyen götürmüştük ancak biz de hem tercümanlık yaptık hem de ileride sorumlusu olacağımız operasyonlar hakkında bol bol not tuttuk.
Altı haftada elbette önemli şeyler öğrendik. Bunların teorik kapsamda bir kısmını, bir hafta yoğun literatür taramasıyla da elde ederdik fakat deneyim ve görgüyü yerinden almak süreci hızlandırdı.
Hatta, görevimizle ilgisi olmasa da, ilk gençliğimizde zihnimize yerleşen 'entegre tesisler' kavramı, bu ziyaretle zemin kaybetmeye başladı. Öyle ya, satın aldığımız tezgahların ana elemanları onlarca ülkeden toplamaydı. Bize satılan esasen işin mühendislik ve entegrasyon kısmıydı.
Aynı bağlamda, uçağa bile bakış açım değişti. İşte deneyim ve görgü buydu.