![]() |
süphan dağı-Bitlis |
MEMLEKET
İleri derecede kanser acısı çeken Muhittin, ağır ağrı kesicilerin etkisiyle uykudaydı. Köyden ziyaretine gelen kardeşi Mahmut yatağın kenarında bir sandalyeye oturmuş ağabeyini incelemekteydi. Kederliydi ve umutsuzdu. Kanser vücudu yemiş bitirmiş, alınan ilaçların da etkisiyle, tanınamayacak hale getirmişti kardeşini. Belli ki, Allah'tan umut kesilmez dense de, kardeşi sekaretteydi. Uzun dakikalar sonra gözlerini aralayan Muhittin, önce ıstırabını yutarak kendisini hazırladı ve gülümsemeye çalışarak:
"Hoş geldin Mahmut, kardeşim." dedi. "Ne iyi ettin de geldin. Özlemiştim""Sağ ol ağa" dedi Mahmut yutkunarak ve duygularını gizlemeye çalışarak. "İyi gördüm seni." diye ekledi, adetten yalan söyleyerek.
"Değil, öyle değil Mahmut." dedi Muhittin. "Ben biliyorum, kurtuluş yok bu illetten. Bu görüşmemiz sonuncusu olur gibi geliyor bana. Helalleşsek iyi olur."
"Allah geçinden versin ağam. Hem Allah'tan umut kesilmez demişler, değil mi? Bize hem ağalık hem de babalık yapan sensin. Sen hakkını helal et. Varsa benden yana helal olsun " dedi Mahmut.
"Benden yana da helal olsun." dedi Muhittin ağlamaklı
"Hak vaki olursa, buraya mı defnedelim yoksa köye mi?" diye sormaktan kendini alamadı Mahmut yersiz olur mu endişesiyle.
Muhittin uzunca bir süre baktı ve yanıt vermeden gözlerini kapadı. Mahmut onun uyuduğunu sandı. Oysa o, sorulan soru üzerinde düşünmekteydi:
Anasının dizlerine yaslanmış onu dinliyordu. On yaşındaydı. Mahmut minderde, Fatma beşikte uyuyordu.
"Güneye baktığımızda Van Denizini, kuzeye bakınca güneşte parlayan Süphan dağının karlı tepesini görürdük." dedi. " Yeşil yamaçlarda hayvanlarımız otlardı. Geçimimiz hayvancılıktandı. Çoktandır beklenmekte olan tehlikenin haberi bir bahar gününün öğleden sonrası gelmişti: Ruslar Süphan'dan aşağı sarkmışlardı. Bu demekti ki beklenen Ermeni taşkınlıkları kaçınılmaz."
O çetin günleri genç kadın daha önce defalarca anlatmıştı. Kederle ve gözyaşıyla... Bu gün konu, niçin Çivril'e geldiklerine dairdi:
"Yaşlıların malın mülkün başında kalmasına ve gençlerin ve çocukların batıya kaçmasına karar verildi. İleride durum uygun olursa, geriye gelirsiniz dendi." diye anlattı.
Kadın o zamanlar daha yirmisine gelmemiş taze gelindi. Kocası da Bitlis Hamidiye alayından terhis bir civan. Küçük kaynı da on üçünde bir günahsız.
Panikle ve hedefsiz yola çıkarıldılar.
Malatya civarında birisiyle tanıştılar. O kişi, amacı Çivril'e ulaşmak olan biriydi. Bozgun ortamında bir asker kaçağıydı ve batıya kaçan Kürtlerin arasına karışmayı, hedefine ulaşmakta yararlı bulmuştu.
Böylece, Çivril'e geldiler. Yolda onlar Çivrilliye kanat germişlerdi ve Çivril'e geldiklerinde de ondan yardım görmüşlerdi.
Muhittin, Çivril'in Aktepe köyünde doğmuş ve orada yetişmişti. Anasının anlattığı diyar onu heyecanlandırsa da içselleştiremiyordu. Anası kuzeyde Süphan dağı dedikçe o, kuzeydeki Ak Dağ'ı hayal edebiliyordu sadece. Güneydeki Van Gölünün yerine de Işıklı gölü oturuyordu.
Yetiştiği köyde devlet onlara arazi vermişti. Muhittin, ali okulundaki başarısına istinaden, askerlik dönüşü, köylünün de yardımıyla eğitmenlik kursuna gitmiş ve bir süre de eğitmen olarak çalışmıştı. O köyden evlenmiş ve orada iki çocuk sahibi olmuştu. Köydeki demokratların ocak başkanı da seçilmişti. Muhtar seçimini kazanacak kadar olmasa da köyde itibarı yerinde sayılırdı yani. Annesinin, babasının, amcasının ve bir kardeşinin mezarları da oradaydı.
İleriki yıllarda, yaşam ona, görünür mazereti küçük oğlunun tahsili olan bir sürpriz hazırlamıştı ve Denizli şehrine yerleşti. Bir mahallede, hastalanıncaya kadar bir bakkal dükkânı işletti.
Şimdi ona kalıcı yerleşim tercihini soruyordu kardeşi: Burası mı, köy mü? Doğduğun yer mi, doyduğun yer mi?
Bir de duyduğum yer var diyemedi. Doğduğu yerle duyduğu yer arasında gitti geldi duyguları, karar veremedi. Boş boş baktı. Mahmut da ona bakıyordu. Uyandı diyerek sorusunu yineledi Mahmut:
" Ne dersin ağa? Burası mı, yoksa köy mü?"
Muhittin sıkıntılı bir şekilde baktı ve "Fark etmez kardeşim. Orası da gurbet. burası da." dedi, bir kaç kez yutkunduktan sonra..
Bu yanıttan, 'Bu dünya geçici. Esas dünya ahir dünya.' anlamını çıkardı Mahmut.
Vefat ettiğinde, ne doğduğu yere ne de duyduğu yere defnedildi.
.
Çok güzel!
YanıtlaSilBenim de duyduğum yer orası; o göle doğudan bakar!
Ancak kayıdım da orada...
Doyduğum yerler değişse de, sonunda -şimdilik- doğduğum yerdeyim!
...bana da "farketmez!" gelir, nere olursa; hep gurbetliğinden mi, blemedim :)
Gurbet eskiden gurbetmiş be Çorbacı ! Ben şimdiki gurbetleri gurbet saymıyorum. Çünkü yurdumun en uzak köşesine bile 24 saatte ulaşılabilir. Ulaşmayan kişi ya çok yoksuldur, ya da tembeldir.Aynı kişi azıcık para bulsa , hiç görmediği Mekke ve Medine'ye uçarak gider.Gurbet eskiden gurbetti.Şair ne diyordu :Ben gurbette değilim,gurbet benim içimde...
YanıtlaSilKaracaoğlan da, gurbette kimsesiz kalışını ; '' Adım ne idi unuttum , sorulmayı sorulmayı'' Şimdi açıver telefonu ,doğmamış torununu anasının karnında gör !
Ha bütün bu söylediklerim senin öykünün değerini bir nebze olsun düşürmez. Güzele güzel demek adetimdir. Ben sadece seninle hasbihal etmek istedim. Görüşmek dileği ile...