19 Şubat 2016 Cuma

ÖĞRETMENİM-30

 
MATEMATİK
Ablalarım, (Çarpım cetveli),
Dedem, (Yumurta ve bakkal hesabı, bir de, kırk katırı dokuz kazığa bağlama sorunu),
İlkokul öğretmenlerim: Cezmi Kaya, Ahmet Yıldırım ve Emin Dereli,
Ortaokul Matematik Öğretmenlerim: Doğan Kutlu, Mehmet Emin Yavuz,
Lise Matematik Öğretmenleri: Rıza Dalkara, Meliha Mertsoy, İlhan Katmer.
 
Resimde, soldan, M. Salih Basmacı, Sayın İlhan Katmer ve Ben.
1966 haziranında, Orkul Pastanesinin bahçesindeyiz. (Halen öyle bir yer var mıdır bilmiyorum. Emek iş hanının bahçeli olan tarafındaydı.)
Bitirme sınavları döneminde, her sınavın öncesi gün, oraya gidip sütlü kahve içmek gibi bir rutinimiz vardı, her nedense.
Bir raslantı, İlhan Bey de bize katılmıştı o gün.
 
Arkadaş sohbetlerinde, bir öğretmenin insan yaşamındaki etkilerini konuşurken, iki genç öğretmen bizim geleceğimizi oluşturdu demiştim uzun süre. Bu iki genç öğretmen, İlhan Katmer (matematik) ve Doğan Sümengen (fizik ve kimya) öğretmenlerimizdi.
Zamanla şunu fark ettim: Öğretim ve eğitimi birlikte düşündüğümde, her öğretmenin bir şeyler bıraktığını ve bir sonrakinin, bir öncekinin eserini tamamlamaya çalıştığını anladım. Bunu matematik özelinde açacağım şimdi:
Lise-1'de, Rıza Bey iyi öğretmendi ve sıkmadan ders işlerdi. Sınav kâğıtlarına, her olumlu adımı da değerlendirerek not verirdi. Sınav kağıdını satır satır okumayı gerektiren bir değerleme sistemiydi bu. Çok zamanını aldığından eminim.
Cebir ve geometri sınavlarına, not defterimi okuyarak hazırlanırdım. Fazla alıştırma yapmadığımdan, problem çözerken işlem hataları yapardım. (Yaparmışım.) Buna rağmen,Rıza Beyin değerleme sistemine göre oldukça iyi notlar da alırdım.
Lise-2'de, Meliha Hanım, dersi daha monoton işlerdi. Öğrenci ile diyaloğa girmezdi.
Sınav kağıtlarını da sonuca göre değerlendirirdi. Bunu, ilk yarıyıl karnesinde düşük notu görünce anladım. Nedenini de biliyordum: Düşük not bilgi eksikliğinden değil, problem çözerken yapılan işlem hatalarındandı. Çok alıştırma yaparak işlem hatalarını ortadan kaldırmalıydım. Öyle de yaptım.
İlk işim iki top teksir kağıdı ve bir düzine tükenmez kalem almak oldu. Ders kitabındaki problemlerin tamamını çözmeye başladım. Bu bir eğitimdi. Matematiğe nasıl çalışılması gerektiğini öğrendim. Yararını da gördüm ve ayrıca, matematik daha zevkli hale geldi. Meliha Hanımın, benim için özel bir burun sürttürme planı yoktu elbette. Ama sonuçta, olması gerekeni anlamıştım.
Üstelik bunu diğer fen derslerinde de uyguladım
Lise sondayken, yani İlhan Beyden ders alırken, yöntem zaten düzelmişti ve ders zevk verir haldeydi. Bu nedenle, dersi daha iyi öğrenmiş olmalıyım. Bu performans yükselişinin bir kısmı İlhan Beyden kaynaklanıyorsa, bir kısmı da öncekilerden biriken bilgi ve alışkanlıktandı.
 
Hepsine borçluyum, şükranlarımı sunarım. Yaşayanlara sağlık, vefat etmiş olanlara da Allah'tan rahmet dilerim.


16 Şubat 2016 Salı

AKLIMA GELDİ-8, Bir Ulu Çınar-2

ÇINARIN KÖKÜ
"Bir Ulu Çınar-1" de, çınarın gövdesinin bir yüzüyle dallarının ve en uç filizin resmini koymuştum sayfama.
Gövdenin diğer yüzü de Ahmet Çorbacıoğlu idi.
Çınarın gövdesini oluşturan iki yüzün bir arada görüldüğü fazla resim yok elimizde. Dijital teknoloji henüz imkanlarını sermemişti önümüze.

1990 yılında, Eskişehir'de, bizi ziyaretlerinde çekilmiş bir resim.

Bu ikisi, çınarın gövdesini oluşturuyorlar. Gövdenin bir yüzü Ahmet, diğer yüzü Rabia.
Babam 1912, annem 1920 doğumlu. Resmi adı önce Serbanşah sonra Savran olan, halk arasında oldum olası "savranşa" adıyla bilinen, Denizli'nin Çivril ilçesine bağlı bir köyde doğmuşlar.
Babam babasını hiç anımsamazdı. Söylenene göre, dedem Eyüp, 1914 yılında askere çağrılmış, büyük oğlu İbrahim'le aynı anda; oğlu dönmüş ancak kendisinin dönüşü olmamış. Hangi cephede kaldığı, başına ne geldiği bilinmiyor. Biz şehit kabul ediyoruz. Allah rahmet eylesin.
İbrahim amcam babama babalık yapmış.
Anam da anasını bilmeden büyümüş. Boşanma nedeniyle anasından koparılmış ve üç yaşından itibaren dedemin yeni eşine emanet edilmiş. Anam onu ana bilmiş, biz onu anneanne bildik, ana diye hitap ederdik. O bizi sevdi, esirgedi; biz ona saygıda kusur etmedik.
Molla Ahmet oğlu Hamit ve Eyüp oğlu İbrahim, bunların evlenmelerini uygun bulmuşlar. 
Dikilen çınar fidanının ilk filizi yaşama tutunamamış. İkinci filiz doğduğunda, biricik evladından ilk torununun doğuşunu duyan Hamit dede, "Keşke oğlan olsaydı da okutsaydım... Hayırlı olsun. Adı Melek olsun." demiş.
İlk torun ilk mürüvvet heyecanıyla, okul önlüğü sonlanır sonlanmaz, nişan elbisesi giydirmişler, ilkokul öğretmeninin okutun bu çocuğu ricasına rağmen.
Çınarın bu kolu, beş ayrı dal çıkarmış daha köydeyken. Kader onları İzmir'e savurmuş, Halen dallardan üçü ile birlikte İzmir topraklarına gölge vermekteler. Diğer iki daldan birisi Bodrum'da diğeri Denizli'de yapraklanmaktadır.
İzmir ve Denizli'de, ayrıca üç taze sürgün var.
Hepsinin geleceği aydınlık olsun dilerim.

11 Şubat 2016 Perşembe

ÖĞRETMENİM-29, Kendine Yardım (Self Help)

KENDİNİ YETİŞTİR
 
Aşağıdaki bir kitabın iç sayfasının yeniden yazımı:
 
KENDİNE YARDIM
(Self-Help)
Yazan: Samuel Smiles
Kendi kendilerini yetiştirmiş büyük adamların hikayeleri 
ikinci Baskı
İngilizce 100. baskısından çeviren: Süreyya S. Berkem
Yapı ve Kredi Bankası, Kültür Yayınları No.1
Basım: Doğan Kardeş Basımevi, 1961
 
63-64 ders yılı yarıyıl tatili dönüşünde, verilen harçlıkla iyi bir İngilizce-Türkçe sözlük, küçük bir Fransızca-Türkçe sözlük ve yukarıda künyesi verilen kitabı aldım.
Hiç bir yıl yanımdan ayırmadığım bir kitap olmalı ki 1971 felaketinden kurtulup bu güne ulaşabildi. (Köyde bıraktığım bazı kitaplarımın ve defterlerimin, 1971 ortamında, yasak yayın varsa korkusuyla, aile büyüklerim tarafından yakıldığına daha önce değinmiştim.) 
Kitapta bireylerin ve giderek toplumların kendi kendilerini yetiştirmeleri öneriliyor ve bilim ve endüstride önemli adımlar atan kişilerin kısa öyküleri anlatılıyor. Öykü küçük olsa da harcanan çaba büyük:  Bir ömür boyu sürenler var.
O ibretlik öyküleri bu kapsamda tekrarlamam mümkün değil fakat ürün veya süreç geliştirme, iş kurma, bilimsel buluşlar ve liderlik gibi alanlardan örnek olayların anlatıldığını söyleyebilirim.
Önsözden birkaç alıntı aktarmakla yetineceğim.
"Kendine yardım edene Tanrı da yardım eder."
"Kendi kendine yardım etme ruhu, insandaki bütün gerçek  gelişmelerin köküdür. Eğer bu ruh, birçok kimselerde tecelli edecek olursa milli azim ve kuvvetin hakiki kaynağını teşkil eder."
"Asil bir millet asillere yaraşan bir şekilde idare edilir, cahil ve bozuk ahlaklı bir millet ise alçakçasına idare edilir."
"En büyük köle, ne kadar şerir olursa olsun, bir despot tarafından idare edilen değil, kendi manevi cehaletinin, menfaatperestliğinin ve ahlaksızlığının esiri olandır."
Önsözdeki bunlara benzer saptamalardan ne kadar etkilendiğimi bilmiyorum. Şunu biliyorum ki, değerli sonuçlara ulaşmak için gösterilen azimden, kararlılıktan, sabırdan, emekten , özveriden  ve  direnen asil ruhtan etkilenmişimdir: Kolay başarı yoktur. Çalışırsan yapabilirsin. Okulun sana verdiğiyle yetinme, öğrendiklerine yeni bilgiler katmaya çalış. Önyargılardan kurtul, yeni yollar dene. Başkasından bekleme, ya eksik olur veya geç gelir. Adil ol, empati yaparak karar ver. Senden öncekilerin yaptığını, en az bir adım daha öteye taşımalısın...
Bunların hepsini her zaman ve eksiksiz uygulayabildiğimi sanmıyorum fakat etkisini de yadsıyamam. Bir sahaya yoğunlaşınca insan, başka alanlarda geri kalabiliyor.
Bir de okuduğum bu kitabın, mühendisliğe yönlenmemde etkisi oldu sanırım.
 
 

6 Şubat 2016 Cumartesi

AKLIMA GELDİ-7, Bir Ulu Çınar-1

 
 
BEŞİ BİR YERDE
  1. Anamız Rabia,
  2. Ablam (2 numara) Ümmü,
  3. Ablamın oğlu Mithat, en sağda,
  4. Mithat'ın oğlu Mehmet, bebeğin babası, en solda,
  5. Mehmet'in kızı Olcay, baba annesinin adı, büyük babaannenin kucağında.
Maşallah deyin.
Beş nesil bir arada. Kolay değil bu buluşma. En az seksen yıl gerekiyor.
 
 



ÖĞRETMENİM-28

TARİH TEKERRÜR EDER Mİ?
Tarih öğretmenimiz Hüseyin Cahit Oğuz'un derse giriş cümlesi, "Tarih tekerrürden ibaret değildir arkadaşlar." saptaması olmuştur daima.
Ben bu saptamayı, ilk kez derste değil de etüt salonunda duydum kendi ağzından. Sadece ben değil, tüm yatılılar duydu. Hangi bağlamda söyleme gereksinimi duydu anımsamıyorum. Hatta bu saptamayı izleyen açıklaması ve yorumu da yapıldı o akşam, iki etüt salonunu birleştiren bölmenin önünde durarak, her iki salona hitaben ve özellikle toklaştırılmış sesiyle. Ne yazık ki açıklamalarını tam anımsayamıyorum. Belleğime yerleşmiş kavramlardan ne kadarını ondan duydum, ne kadarını da sonradan edindim ayıramadığım için, anımsadığımın farkında değilim belki de.
Gerçekten, tarihi, olaylar temelinde ele alırsak, tarih yinelenen bir şey olamaz. Her olayın koşulları ve kahramanları farklıdır. Daha da ötesi zamanı farklıdır. Esasen, olayın etkilediği toplumlar da sürekli değişir.
"Tarihten ders alınsaydı, tarih kendisini yinelemezdi." diye  yaygın bir söz vardır. Olan bitenden ders çıkarmayıp aynı hatayı tekrarlamanın eleştirildiği haller için kullanılır.
Diğer taraftan, siyasal sistemler açısından, tarihin yinelendiği iddiası da vardır. Oligarşik yönetimlerin hiçbir zaman demokrasiye dönüşemediği, oligarklar değişse bile, dar takım elinde erk yoğunlaşması  değişmeden sürmektedir. Alman sosyolog Robert Michels bu durumu oligarşinin demirden yasası olarak niteliyor. Karl Marx da bu tür halleri kastederek, tarih, önce trajedi, sonra komedi olarak kendisini tekrarlar diyor. Dediğim gibi, bunların ne kadarını kimden öğrendim ayırımında değilim. H. C. Oğuz Beyin bu konuları eleştirdiğini veya açıkladığını da elli küsur yıl sonra hatırlamak (bence) imkansız.
Bizde, tarih öğretiminin içeriği,  mutlaka, kendi içinde tutarlılık ve bir dönemin diğerini bütünlemesi esasına göre hazırlanmıştır. Buna inanırım ancak bu esas, öğrenciliğim boyunca hiç hissettirilmedi. Öğrenci, özellikle duygusal yakınlık hissetmediği dönem ve uygarlıklar hakkındaki bölümleri, gereksiz bir genel kültür bilgisi gibi, günün gereğini yerine getirmek yaklaşımıyla öğreniyor. Olaylardan daha çok, uygarlıklar tarihini öğrendiğini bilse öğrenci, sanırım daha çok  şey içselleştirirdi tarih derslerinden.
Yılların arkasından dönüp baktığımda, en çok tarihten yardım aradığımı gördüm. Esas eğitildiğim saha olan fen bilimlerine ve uygulamalı bilimlere yıllardır dönüp bakmadım. Diğer taraftan, halen süren yaşamımda, sık sık tarihin bir dalından veya döneminden bir konuyu inceler buluyorum kendimi.
Belki de böyle demiştir H. C. Oğuz hoca. O değilse bile, yollarımız kesişen bir başka Herodot.