2 Haziran 2017 Cuma

Sinek, 2/2

 
-II-
Nerede Kalmıştık?
 
      Benim anımsadığım en eski sinek muhabbeti on yaşlarımızda olmalı. Bir bahar günü, muhtemelen Nisan sonlarıydı, çayırda geziniyor, bir yandan kazlarımızı kolluyor, bir yandan da yenebilir çayır bitkilerinden topluyorduk. Taze hindiba veya keçi sakalı bulan birisi kuzu bunlar kuzu diye bağırıyordu. Bir diğeri, şeker bunlar, bal bunlar diyordu. Veli de her seferinde kaymak bunlar diye bağırıyordu. Kendimizce eğleniyorduk işte! Böylece, Güneş dağa doğru yaslanınca, yani batıya kayınca, kazları eve sürmenin zamanını anladık. Bir şey daha hatırladık: Acıkmıştık.
      Veli, "şimdi abiciğim" dedi, "bir tabak kaymak olacak önümde..."  Bu bağlamda konuşma sürerken, "Biraz sonra akşam sütleri pişecek." diye yeniden söze girdi Veli. "Kaymak bağlasın diye güveçler sütlüklere konacak. Gece yarısına doğru kaymak tutar. Ağalardan birinin sütlüğüne dalmak var o saatten sonra..." dedi ve durakladı. " O avlulara da hiçbir yürüyen canlı giremez ki anasını sattığım köpeklerden. Kuş olsam; göveçlerin üzerine sepet kapatılmıştır, ulaşılmaz... En iyisi sinek olmak." dedi. Bilerek mi yoksa bilmediğimizden mi bilmiyorum; sinekler gece uçmaz demedik.
      Veli'ler kalabalık bir aileydi ve sağmal hayvan bir yıl bulunsa iki yıl bulunmazdı. Kaymağı çok özlemiş olmalı ki sözü sineğe dönüşmeye kadar getirdi.
     Dedim ya; Veli sinekliği iyice benimsemişti. O kadar ki duygularını belirtme aracı haline getirmişti sinek oluvermeyi. İçinden sinek geçmiş bir öykü uyduruverirdi de biz anlardık onun niye veya kime kızdığını örneğin. Sinek olup sofradaki yemeğe batacak bir sinek ayarladığını ve buna kızan babasının anasının başında tahta kaşık kırdığını söyledi bir keresinde. Biz biliyorduk ki, bir nedenle anasına kızdığında, babasını kışkırtmayı düşünmüştür. Bir sinek yakalayıp yemeğe atıverecektir. Öte yandan, hepimiz biliriz ki hiçbir sıradan çocuk anasının dövülmesine kıyamaz. Hiçbir sıradan baba da incir çekirdeğini doldurmaz bir olayda dahi karısını dövmeye hazır bekler değildir. Bizim Sinek de sıradan sinek değildi zaten.
      Sözü uzatmayayım: Amcasına kızmıştır: Sinek olup tam amcası sıcak çorbasını ağzına koyduğunda, burnuna girip hapşırtır. Ustasına kızar, hınzır sineğin bir manevrasıyla usta tıraş ettiği müşterinin yanağını keser. Kavga ederler. Nasiplenemeyeceği baklava sinisine iç geçirir, sinek lokmasıyla da olsa tadına bakmanın yollarını arardı. Ve saire, ve saire.
      Çocukluktan ergenliğe geçerken dikkat çekici değişimler yaşandı, onda ve hepimizde. Bir kere dağıldık dört bir yere. O kasaba da berber kalfası oldu, ben okumak için başka bir şehire gittim. Ötekiler de öyle... İkincisi fiziksel değişimler oldu. Velini tombulluğu gitti, yüzü uzadı, hafiften dişlek oldu ve gözleri büyüdü ve pörtledi. Artık sivri sineğe benzemişti. Kendisi de bunun farkındaydı. Üçüncüsü de hormonal değişiklik etkisi ile değişen öykülerdi.
      Son görüşmemizdi. Çayırda dolaşıp dereden tepeden konuşuyorduk dört beş arkadaş. Söz nereden dolaşıp geldi hatırlamıyorum. Sinek, sivri sinek olup köyün en alımlı kadınının (ismi bende kalsın) yatak odasına girmeyi ve onu kocasıyla dikizlemeyi ayrıntılaştırmaya başladı. (Ayrıntı bende kalsın. Rüyasında yaşadıkları da bende kalsın.) Ahlakçı bir aileden geldiğimden mi nedir, ahlakçılığım tuttu. Hem ahlakçılığım hem de bilgiçliğim tuttu desem de olur. "Ne görmeyi umuyorsun ki!" dedim. "Böcek gözleri insan gözü gibi görmez ve böcek beyni insan beyni gibi algılamaz ki." İtirazım onu şaşırttı. Kastettiğimi de tam olarak anladığını sanmıyorum. Ancak muhabbetin tadını kaçırmıştım ve bir süreliğine söyleşi kesiliverdi.
      Dedim ya son görüşmemizdi. Yarıyıl tatiline girdiğimde hasta olduğunu duydum. Nesi olduğunu bilen pek yoktu. Çok zayıflamış, çarpıntısı da varmış dediler sadece. Ders yılı sonunda döndüğümde Veli öldü dediler. Sinek ölmüştü işte. Kalp çarpıntısı ve nefes darlığı çekmişmiş. Ancak şimdi koyuyorum derdinin adını: Haşimato.
      Aslında Haşimato ikincil neden, bilinçsizlik ve imkansızlık ana neden. Yoksa Haşimato tiroid bezlerinin sırrını henüz çözmemiş miydi?

Sinek, 1/2

 
 -I-
Dönüşüm
 
      Ülkenin dört bir yanına dağılmış eski arkadaşlar, uzun yıllar sonra bir araya geldiklerinde, ortak yaşamışlıklarının en yoğun olduğu yıllara dönüverirler birkaç nezaket sözlerinin arkasından. Önce, fazla özele girmeden, çoluk çocuk, sağlık sıhhat ve iş güç durumlarının karşılıklı aktarılmasından ve iyi dilek sözlerinden sonra, sözler kendiliğinden, hatta farkına bile varılmadan çocukluk ve ilk gençlik yıllarına kayıverir. Yoldan geçen bir at arabası veya bir saçaktan ötekine uçan serçe veya arada birisinin hapşırması bile konuyu o dönemlere kaydırıverir. Öyle ki, konuşan kişi bile sözünün sonunda, "Nereden gelmiştik bu konuya?" diye sorabilir.
      Aynı nesilden dört kişi, sadece birisi köyde oturan dört kişi, köy kahvesinde toplanmıştı bir bayram aralığında. Uzaktan gelenlere hoş geldin dendi, hal hatır soruldu. Torundan torbadan, tarladan tapandan, ekinden dikinden söz edildi. Uzun zamandır bir araya gelmemiş eski arkadaşların genelde yaptıkları gibi, özele girmeden, yaşamlarının çeperinden bilgi aktardılar birbirlerine.
      Ve işin adabına uyarak köyde oturan emsal, ev sahipliği görevini hatırlayıp çay söyledi köşede oralı değilmiş gibi bekleyen kahveci çırağına. Biraz sonra tepside üç çay bir çiçekle gelen garson bardakları elimize tutuşturdu. Çiçek bardağını sunarken de, ben işimi bilirim dercesine, "Memet dayım çiçek içer." dedi. Sonra, ellerde tutulan bardaklara dönüp baktı ve durumu uygun bulmadı ki, bir sandalye getirip dördümüzün ortasına koydu sehpa yerine. Bardaklarımızdan birer yudum çekerek sandalyeye oturttuk biz de bardaklarımızı.
      Bardağımı sandalyeye koyar koymaz bir sinek -kara sinek kastedilir sinek deyince- bir tur atıp geldi ve bardağıma yönlendi. Niyetini sezdiğimden, sineği uzaklaştırmak için elimi salladım çay bardağının hemen üstünden. Kaçtı fakat uzaklaşmadı sinek. Sırnaşık birine çatmıştık belli ki. Bir kez daha kovaladım. Bu kez daha geniş bir alanda harmanlayıp benim bardağıma yöneldi gene. Bir şekilde, dört bardağın içinde şekerli olan tek bardağın benimki olduğunu anladı anlaşılan. Dostlardan ikisi, şeker sorunundan şikayetle tatlandırıcı kullandığından söz etmişti baştan. Garson da şekerlerini geri götürdü. Diğeri ise ise çayını kıtlama içiyordu.
      Bu kez niyetim ciddiydi. Madem o bu kadar sırnaşık, ben de dersini vermeliydim. Şapkamı siperliğinden tutup gerindim. Niyetim, sinek uygun noktaya gelince, hızla şapkamı çarparak ona niyetinin maliyetini gösterecektim. Tam kolumu savurmak üzereyken birisi kolumu tuttu. "Dur yahu!" dedi. "Belki bizim Sinektir o. Kıyma arkadaşımıza."
      Kastını anlamıştım. Hepimiz anlamıştık aslında. Gülüştük kimse kimseye bir şey hatırlatmadan. 
  
      Zaman zaman dönüşme hayali kuran bir arkadaşımız vardı. Çokça başvurduğu dönüşüm de sinek (kara sinek) olmaktı. Esmer ve tombulca bir çocuk olduğundan ona Sinek adını takmakta da gecikmedik biz de. O da bundan hiç rahatsız olmadı ve aksine dönüşümde çeşitlemeler yapmaya başladı. Hayallerinin çoğu gene de sineğe dönüşüm üzerineydi. Sinek olup yapacaklarını anlatırdı başlangıçta. Sinekliği benimsedikten sonra, yapmış gibi anlatmaya da başlamıştı. Dönüşüme hiç inanmamışızdır ancak muhabbete tat katmak için gerekli çeşniyi de ihmal etmemişizdir. Eminim anlattıklarına o da inanmamıştır fakat dönüşüm olayları hoşça vakit geçirtiyordu bize.
      Kolumdan tutan arkadaşımızın aklına gelen de o günler, o hayallerdi işte. Gülüştük ve ardından da bir süre sessizleştik gülüşmenin yersizliğini kabul edercesine. En çok da konuyu açan sustu, daha '... kıyma  arkadaşımıza' derken çatallaşan sesini geri getirmek için defalarca yutkunduğundan belliydi bu.
      Bu arada, gerçek sinek de muradına erdi. Bardağın en son kullandığım kenarından çekebileceğini çekti ve bardağın içine yöneldi. Ben de "Al Veli! Senin olsun hepsi." deyip çay bardağını ortaya bıraktım. Bu kez sadece gülümsedik ve her birimiz o günlere ait sinek anekdotları anlatmaya koyuldu, yarım asırdan fazla yılların gerisine giderek.